İlginç Bilgiler

Dünya Üzerinde Açıklanamayan Gizemli Olaylar - Bölüm II


Mart 30, 2023 / 797 Görüntüleme / 0 Yorum

Dünya üzerinde geçmişten bugüne yaşanan ve sebebi asla açıklanamamış gizemli olayları konu aldığımız serimizin birinci bölümünde Dyatlov Geçidi Vakası, Ourang Medan Olayı ve Kayıp Malezya Uçağı konularını işlemiştik. Bu bölümümüzde de sizi şaşırtacak gizemli olaylardan bahsedeceğiz.

II. Bölüm'de Konu Olan Gizemli Olaylar

  1. Kenny Veach Vakası
  2. Anneliese Michel Vakası
  3. Eilean Mor Deniz Feneri Bekçileri
  4. Geceleri Parlayan Kadın Anna Monaro

Dünya Üzerinde Gizem Yaratan İlginç Olaylar 

#1 Kenny Veach Vakası

 Kenny Veach Vakası

Amerikalı bir gezgin ve maceracı olan Kenny Veach'in 2014 yılında aniden ortadan kaybolduğunu duymuş muydunuz?

Tarihler 2014 yılının Kasım ayını gösteriyordu. Yaptığı gezi yürüyüşlerini YouTube'da yayınlayan Kenny Veach adındaki bir maceracı, 51.bölge olarak bilinen Nevada Çölü'ne yakın bir yer olan Mojave Çölü'nde dolaştığı sırada çok garip bir mağaraya rastlamıştı. "M Cave" olarak adlandırdığı bir mağara keşfetmişti.

Bu keşfin ardından evine dönen Kenny, YouTube'da 51.bölge ile ilgili bir videonun altında şunları yazmıştı: “Bir keresinde Nellis Hava Kuvvetleri Üssü'ndeki yürüyüşlerimden birinde gizli bir mağara buldum. Mağaranın girişi kusursuz bir şekilde M harfine benziyordu. Her zaman bulduğum gibi normal bir mağaraya giriyorum diye düşündüm ama bu mağaraya girmeye başladığımda, tüm vücudum birden titreşmeye başladı. Mağara girişine yaklaştıkça vücudumdaki titreşim daha da kötüleşti. Aniden korktum ve oradan hemen uzaklaştım. Bu başıma gelen en garip şeylerden biriydi.” 

Kenny'nin yaptığı yorum hızla ilgi uyandırmıştı. Orijinal yorumunu yayınladıktan sonra, birkaç YouTube kullanıcısı, gizemli mağarayı tekrar araması ve bu sefer bunu belgelemesi adına mağaraya kamerayla gitmesi için Kenny'i teşvik etmişti. O da bu isteği yerine getirdi. Gizemli mağarayı ikinci kez bulmak için bir 9 milimetrelik tabanca ve bir video kamera ile yola çıktı. Dönüşünde, keşiflerinin bir videosunu yayınladı. 

Fakat İddialarını takip edenler hayal kırıklığına uğramıştı. Çünkü Kenny bu sefer mağarayı bulamamıştı ve çektiği videosu, yorumunda bahsetmiş olduğu gizemli M Mağarasına dair herhangi bir ipucu ortaya çıkarmamıştı.

Videosu büyük eleştiri topladı ve YouTube yorumcuları, üçüncü kez mağarayı aramaya çalışması için onu teşvik etti. Bir nevi, halk tabiri ile gazlamış oldular. 

Kenny yine kabul etti, ancak Kenny'e yapılan bir yorum diğerlerinden farklıydı ve karanlık bir öngörü olarak dikkat çekiyordu. Yorum şöyleydi: "Hayır! Oraya geri dönme. Mağara girişini bulursan, içeri gitme, dışarı çıkamayacaksın." 

Kenny'nin bu gizemli mağaraya olan takıntısı onu ailesinden ayırmıştı.

10 Kasım 2014'te, Kenny son yürüyüşüne çıkmıştı. Ailesine "kısa bir gece yürüyüşü" yapacağını söyledi ve o günden beri asla geri dönmedi. 

22 Kasım 2014'te, arama kurtarma gönüllüleri Kenny'nin cep telefonunu buldu, bu da onun gerçekten mağarayı aramaya çıktığını gösteriyordu. "Telefonunu çok dik bir eski maden şaftına yakın bulduk ve başka bir yol bulamıyoruz" açıklamasını yaptılar.

Telefonu bulunduktan sonra, iz ne yazık ki kaybolmuş, Kenny bulunamamıştı.

İntihar Teorisi

Çok geçmeden Kenny'nin kız arkadaşı olduğunu iddia eden bir kadın, "M Cave Hike" videosuna şu yorumu yazdı:

"Ben Kenny'nin videoda bahsettiği kız arkadaşıyım. Çok sayıda gönderi var. Bir arkadaşım haber verinceye kadar hiçbir fikrim yoktu. İnsanlar ne olduğunu merak ediyor ve farklı şeyler tahmin ediyor. Kenny'nin başına gelenlerle ilgili üzüntünüzü hissediyorsunuz. Kendisinin asla bulunmayacağına inanıyorum. Aylarca hatta belki yıllarca... Kenny, çölde yürümeyi çok sevdi. Bu, yaptığı en sevdiği şeydi. Nevada çölünde birlikte yürüdük ve kamp yaptık... bazen günde 9 saat. Nevada yürüyüşçüleri tarafından genellikle "hayalet şehir" olarak adlandırılan birçok terk edilmiş maden kasabası bulduk. Birçok mağara ve maden şaftı keşfettik. Nasıl keşfettiğimize dikkat ettik, ama Kenny benden biraz daha cesurdu. Yılan koruyucuları, güneş koruyucu kıyafetleri giydik, yürüyüş sopaları kullandık, yürüyüş saatleri için yeterli su ve yiyecek getirdik ve arabada yedek su / yiyecek vardı ... Kenny'nin bir kaza geçirdiğini düşünmüyorum. Kendini öldürdüğüne inanıyorum. Birçok yıl boyunca depresyonla mücadele etti ve ilaç almayı veya doktora gitmeyi reddetti. Kaybolmadan bir yıl kadar önce işinden ayrıldı... Araması benim aramamdan birkaç gün sonra başlatıldı. 30'dan fazla arama ve kurtarma ekibi üç farklı kez yaya olarak arama yaptı. Bir helikopter uçuşu da yapıldı ve Kenny veya kamp eşyalarından hiçbir iz bulunamadı. Arabasını benim söylediğim bölgede buldular. Cep telefonunu videodaki maden şaftında buldular. Maden şaftı arabasından yaklaşık 4 saatlik yürüyüş mesafesindeydi. Bence GPS'ten takip edilememek için cep telefonunu orada bıraktı. Ayrıca bu tek başına yürüyüşü için video kamerasını da yanına almamıştı. Evinde bırakmıştı. Yani hiçbir şeyi kaydetmek niyetinde değildi. Bu bilgileri iki nedenle sizinle paylaşıyorum. İlk olarak, Kenny'nin kim olduğunu ve durumla ilgili biraz huzur veya anlayış getirebilmek için. İkinci olarak, herhangi biriniz çölümüze çıkıp onu veya "M" Mağarasını aramaya karar verirseniz, dikkatli olun ve yeterli su ve yiyecek getirin. Yürüyüş sopaları iyi bir fikir ve tek başına yürümeyin. GPS getirin ve ailenize veya arkadaşlarınıza hangi tarihte nereye gittiğinizi ve ne zaman döneceğinizi bildirdiğinizden emin olun. Bir arama bir günlük yürüyüşle yapılamaz. Çoğunlukla aynı yürüyüşü tekrar etmekle kalırsınız... dağa tırmanıp kalan saatlerde arama yapacak fazla zamanınız kalmaz. 2 veya 3 gün boyunca arama yapmanız gerekir ve yazın veya hatta ilkbaharda çöl sıcaklığı nedeniyle yapılamaz. Yeterince su taşıyamazsınız. Bu yüzden lütfen, lütfen dikkatli olun. Kenny ile birçok harika deneyim yaşadım ve onları her zaman hatırlayacağım. Onunla yaptığımız harika şeyler için kalbimde bir sevgi yeri var. Kaybımı iyileştiriyorum ve çöl yürüyüşü, kamp yapma ve çölümüzün güzel fotoğraflarını çekme gibi yeni deneyimler için sabırsızlanıyorum. Hayatınızın maceralarının keyfini çıkarın ve benimle paylaştığınız sevgi dolu yorumlar için teşekkür ederim."

Yani kısacası Kenny'nin sevgilisi olduğunu iddia eden bu kadın Kenny'nin intihar ettiğine inandığını söylüyordu. Bazıları Kenny'nin gerçekten intihar ettiğini ve kız arkadaşı olduğunu iddia eden kadının doğruyu söylediğini düşünüyor. Diğerleri ise Kenny'nin geri dönüp M Mağarası'nı tekrar bulduğunu ve içinde yatan karanlık ve tehlikeli bir sırrı keşfettiğini iddia ediyor.

İntihar iddiasına cevaben depresyonun aksine Kenny'nin takipçileri onun hayat dolu bir maceracı olduğunu ve bunu asla yapacak biri olmadığını söylüyordu. Sanırım şu soruyu sormak daha iyi olur. Kenny iddia ettiği mağarayı ispatlamak üzereyken neden intihar etmiş olsun? Bu sır dolu kayboluş için birileri herkesi susturuyor muydu?

Kenny Veach'in kaybolması, birçok spekülasyona ve araştırmaya neden oldu. Bazıları, Veach'in kendisi gibi maceracı olan başka bir kişiyle tanıştığı ve onunla birlikte kaybolduğunu düşünürken bazıları, Veach'in "M" Mağarasında kaybolduğunu iddia eden hikayesinin gerçek olmadığını ve aslında başka bir nedenle kaybolduğunu savundu. 

51. Bölge Bağlantısı ve Uzaylılar Teorisi

Veach, videoda mağaranın ürkütücü olduğunu ve içinde bir şeylerin saklanabileceğini düşündüğünü belirtmişti.

Veach'in kaybolmasından sonra bazı kişiler, "M" mağarasının yakınında yaşayan bir uzaylı ırkı tarafından kaçırılmış olabileceğini iddia ettiler. 

En çılgın teori ise Veach'in ABD hükümeti tarafından hükümet sırlarını ortaya çıkarmak üzere olduğu için öldürüldüğüdür.

Komplo teorisyenleri, Veach'in 51. Bölge'ye bağlı gizli bir devlet tesisine rastladığı için öldürüldüğüne inanıyor. 

Bulduğu mağaranın, hava üssüne ve 51. bölgeye yakınlığı nedeniyle gizli bir hükümet tesisine giriş olduğu öne sürüldü.

Hatta teorisyenler, Veach'in hissettiği titreşen ses için, vatandaşları mağarayı daha fazla keşfetmekten caydırmak için yapılmış hükümet cihazının bir sonucu olduğunu düşünüyorlardı.

Ne yazık ki, Veach'in neden kaybolduğu hala belirsizliğini koruyor ve olay hala bir gizem olarak kalmaya devam ediyor.

Veach'in kendisi belki de asla bulunamayacak olsa da söylediği son sözleri her zaman zihnimizde yankılanacak: ''20 yılı aşkın süredir bu tarz şeyler yapıyorum. Çoğu insanın gitmeye cesaret edemediği yerlere yalnız gidiyorum. Sayamayacağım kadar fazla mağaraya gittim. Eğlenmek için çıngıraklı yılanlarla adeta oynuyorum. Ancak karşılaştığım bu garip mağara benim için her şeyin ötesindeydi...''

#2 Anneliese Michel Vakası

Anneliese Michel Vakası

Anneliese Michel, Almanya'da 1962 yılında doğan genç bir kızdı. Yüzünden gülümsemesi hiç eksik olmazdı ve kendisi oldukça zeki ve çalışkan biriydi. Dışa dönük kişiliğiyle dikkat çeken Anneliese, yüzme ve tenis gibi sporlarla ilgilendiği gibi aynı zamanda güzel bir sesi vardı ve şarkı söylemek, piyano ve akordeon çalmak gibi müzikal aktivitelerle de uğraşırdı. Öğretmen olma hayali ise onun eğitim ve öğretim konusundaki tutkusunu yansıtıyordu.

Katolik bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Babası Josef Michel, Papaz eğitimi almış Katı Katolik biriydi ve üç rahibe kız kardeşi vardı. Anneliese, çok katı bir din eğitimi aldı ve bu da onun hayatının birçok noktasında rol oynadı.

Anneliese'in annesi Anna, babasıyla nişanlıyken evlilik dışı bir kız çocuğu dünyaya getirdiği için evlenirken siyah bir duvak takmaya mecbur edilmişti. Evlilik dışı dünyaya gelmiş olan Anneliese'in küçük kardeşi Martha, sadece 8 yaşındayken hayatını kaybetmişti. Bu olay, ailede suçluluk psikolojisi yarattı ve Anneliese, annesinin kendisini tenkit etmesi ve her hareketini kontrol etmesi sonucu baskı altında büyüdü.

Anneliese'in psikolojik durumu, "Meryem Ana Sendromu" olarak adlandırılan bir duruma dönüştü. Anneliese, kendini dünyadaki bütün kötülüklerden sorumlu hissetti ve karşılaştığı insanların acılarını çekip onların yükünü azaltmak istedi. Bu, bazen kendini feda etme noktasına varacak kadar ileri gidiyordu. Örneğin, tren istasyonunda yatıp kalkan uyuşturucu müptelalarının günahlarının bedelini ödemek için onlarla beraber soğuk, taş yerde yatıyordu.

Anneliese'in durumu, zamanla giderek kötüleşti ve epilepsi, obsesif-kompulsif bozukluk, şizofreni ve depresyon gibi bir dizi psikiyatrik rahatsızlık teşhisi aldı. İlaçların fayda etmediğini gören doktorlar “epilepsi” teşhisi koymak zorunda kalmışlardı. Doktorlara kendisine iblislerin sesleriyle iletişim kurduğunu anlatıyordu.

Anneliese, 1968 yılında henüz 16 yaşındayken ilk epilepsi atağını yaşadı. Bu atağın ardından bilincini kaybetti ve felç geçirdi. Kasılmalar ve kramplar nedeniyle kendi dilini ısıran Anneliese, karın bölgesinde ağırlık hissetti ve hareket edemez hale geldi. Bu durum, sanki bilinmeyen bir karanlık gücün onun üzerinde pençesini sıkıp bıraktığı hissini veriyordu. Anneliese, durumunu "cehennemin ortasına düşmek" olarak tanımlıyordu ve yardım için çaresizce çığlık atacak gücü bile kendinde bulamıyordu.

1973 yılında İtalya'da bir kilise ziyaretinde, durum daha da kötüleşti. Anneliese, ayaklarının altında cehennem ateşini hissettiğini söyleyerek kiliseden kaçmaya başladı. Dini nesnelere ve dualara karşı aşırı tahammülsüzlük gösteriyordu ve çevrede bulunan ziyaretçilerin hepsi kötü bir koku hissetti. Ailesi, kızlarının şeytan tarafından taciz edildiğine inanmaya başlamıştı.

Anneliese'in durumu, verilen ilaçların yardımcı olamamasıyla yıllar geçtikçe daha da kötüleşti. Bir iblis tarafından ele geçirildiğine ve tıbbi tedaviden ziyade farklı bir çözüm araması gerektiğine inanmaya başlamıştı. Ailesi de bu düşüncedeydi...

Bilimsel yöntemler Anneliese'in problemine çözüm olmayınca aile soluğu ruhani kişilerde aldı. Çünkü Analiese'in durumu artık bilimi aşmıştı. 1975-1976 aralığında farklı bir dilde konuşmaya başlamıştı. Tamamen bilmediği bir dilde konuşmaya başlayan Anneliese, krizlere girip evin içinde çırılçıplak koşmaya, kendi idrarını içmeye, hatta örümcek yemeye bile başlamıştı. Normal yemekleri istemiyordu. Çünkü iblislerin kendisine yemek yeme izni vermediğinden bahsederek herhangi bir şekilde beslenmeyi reddediyordu. Bu nedenle, ilaçlarla uyutulmaya başlanmıştı.

Duyduğu sesler ve gördüğü iblis imgeleri nedeniyle uykusu kaçan Anneliese Michel, sürekli hareket ediyor ve kendine ve çevresine zarar veriyordu. Masa altlarına sürünüp, köpek gibi havlayan, böcek ve kömür yiyen, ölü bir kuşun kafasını koparan birine dönüştü. Paranoyaları arttıkça gün içinde 600 kez diz çökmek zorunda kalıyor ve dizleri parçalanıyordu. Tüm bu yaşadıkları sonucu çıldırmış bir insana dönüşmüştü.

Bu süreçte başka şansı kalmadığını düşünen ailesi kiliseden yardım istedi ve özel bir ruhani tedavi yöntemi olan "şeytan çıkarma" ritüellerine başvurdu. 

Başta yardım için aradıkları rahipler tıbbi yardım alması gerektiğini ve yine de bir piskopostan izin almaları gerektiğini söylüyordu. Sonunda, Anneliese ve annesi, onlara inanan bir rahip bulmuşlardı, Ernst Alt. Daha sonraki mahkeme belgelerinde Anneliese'in “sara hastası gibi görünmediğini” belirtti.

Alt, yerel piskopos Piskopos Josef Stangl'a dilekçe göndererek Anneliese için şeytan çıkarma ayini yapılmasını talep etti. Sonunda talebi onaylanan Alt, yerel bir rahip olan Arnold Renz'e bu görevi verdi. Ancak ayinin tamamen gizli bir şekilde yapılması gerektiği emredildi.

Piskopos Josef Stangl'un onayından sonra, Alt ve Renz yaklaşık on ay boyunca Anneliese üzerinde toplam 67 şeytan çıkarma ayini gerçekleştirdi.  Seanslar esnasında birkaç farklı dil (Flemenkçe ve Çince) konuşan Anneliese'in, tonlama, hacim ve konuşmalarındaki anlamlılık ve mesajların içeriğindeki farklılılarından yola çıkan kilise yetkilileri 6 ayrı şeytanın (varlığın) etkisi altında olduğunu düşünüyordu. 

Bu oturumlar sırasında Anneliese, kendisini Lucifer, Kabil, Judas Iscariot, Adolf Hitler, Nero ve Fleischmann (gözden düşmüş bir rahip) gibi altı farklı iblis tarafından ele geçirildiğine inandığını ifade etti. Ayinler dört saate kadar sürebiliyordu.

Ancak başlatılan şeytan çıkarma ayinleri de işe yaramıyor, aksine Anneliese'in ataklarının daha da artmasına sebep oluyordu.

Tüm bu ruhlar Anneliese’in vücudunun gücünü sömürüp ağzından hırıltıyla iletişim kuruyordu.

Annliese'in ağzından konuşan varlıklar birbirleriyle tartışırken, Hitler olduğunu söyleyen varlık şöyle dedi: “İnsanlar domuz kadar aptaldır. Ölümden sonra her şeyin bittiğini sanıyorlar. Aslında devam ediyor”

'Senin adın ne Şeytan? Bir mesajın var mı? Bu vücudu ne zaman terk edeceksin?' gibi soruların karşılığında gelen cevap: 'Cehennem azabı çok fazla, cehenneme gitmek istemiyoruz' şeklindeki itiraflarıydı.

Tüm ayinleri kaydeden rahiplerin elinde 40'tan fazla ses kaydı bulunmaktaydı.

Kayıtları buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz

Anneliese Michel şeytan çıkarma seansları

 Anneliese'in şeytan çıkarma ayinleri sırasında kaydedilen 40'tan fazla kayıtta, ürkütücü homurtular, gırtlaktan gelen inlemeler, karışık küfürler, çığlıklar, itiraflar ve şeytanı öven konuşmalar duyuluyordu. Bazı kayıtlarda, Anneliese'in olağanüstü güçleri yüzünden kontrol edilemediği için, onu sandalyeye bağlamak zorunda kalmışlardı. Bu kayıtlar, Anneliese'in durumunun ne kadar korkunç olduğunu ve şeytan çıkarma ayinlerinin ne kadar acı verici olduğunu gösteriyordu.

Bu ritüeller sonucu Anneliese Michel, 1 Temmuz 1976'da öldüğünde sadece 23 yaşındaydı ve ölüm nedeni açlık ve susuzluk olarak kaydedildi. Şeytan çıkarma oturumlarının sırasında, Anneliese'in yeterince beslenmediği, su verilmediği ve yeterli tıbbi müdahale yapılmadığı belirlendi. Ölümünden sonra, Anneliese'in ailesi ve din adamları, şeytan çıkarma ayinlerinde ihmalkarlık ve tıbbi desteksizlikle suçlandı ve 1978'de cinayetle suçlandılar. Ancak, dava sonunda, mahkeme din adamlarının, Anneliese'in ölümünde ihmalkarlık yapmadıklarına karar verdi.

Bu olay sonrasında ünlü bir dava olan "Anneliese Michel Davası" olarak ünlendi ve 
Anneliese'in acı dolu hikayesi şeytan çıkarma temalı 'Exorcism' filmlerine ilham verdi. Özellikle, 2005 yapımı "The Exorcism of Emily Rose" filmi, Anneliese'in hayatından esinlenerek yapıldı.

Anneliese’in hikayesine dayanan film, genç bir kadına ölümcül bir şeytan çıkarma işlemi yaptığı iddia edilen bir rahibin karıştığı ihmalkâr bir cinayet davasını üstlenen bir avukatı anlatıyor.

 Ayrıca, 1973 yapımı "The Exorcist" filminde de Anneliese'in hikayesinden etkilendiği düşünülmektedir.

Anneliese Michel, korku filmlerinde kullanılan ilham kaynağı olmanın ötesinde, bazı Katolikler için İncil'in modern, seküler yorumlarıyla çarpıtılan eski doğaüstü gerçekliğin bir simgesi haline gelmiş oldu.

Mezarında da Rahat Değil

Bir manastır rahibesi Anneliese'in bir gün kendisine göründüğünü iddia ederek şöyle dedi: "Benim ölümüm, Alman halkının günahlarının kefaretini ödemek ve kurtuluşu sağlamak içindi. Tanrı'nın sonsuz gücünün bir göstergesi olarak vücudum hiç bozulmadı." Anneliese'in hayranları, onu bir azize gibi görerek, hiç bozulmamış vücut hikayesini yaymaya başladılar.

Ancak Anneliese, ucuz bir tabutla aceleyle gömüldükten 2 yıl sonra, babası, belediye başkanı ve cenaze evi görevlisi tarafından açılan mezarında, vücudunun bariz bir şekilde bozulmuş olduğu görüldü. Bu olay sonrasında, Anneliese'in naaşı daha şık bir tabuta konularak başka bir yere gömüldü.

Franz Barthel, Main-Post gazetesinin bölgesel günlük gazetesi için verdiği raporda, "Anneliese'ye inanan herkesin onun gerçekten şeytan tarafından ele geçirildiğine tamamen ikna olması şaşırtıcıydı" diyor ve ekliyor:   

"Hollanda'dan gelen otobüsler genellikle hala Anneliese'nin mezarına geliyor gibi görünüyor. Bu mezar, dindar ziyaretçiler için bir buluşma noktası haline geldi. Ziyaretçiler, yardımları için dua ederek, teşekkür notları yazarak ve hatta şarkı söyleyerek mezarı ziyaret ediyorlar. Bu, onların seyahatlerinin önemli bir ritüeli haline geldi."

Anneliese'nin yaşadığı olaylar, bazıları için gerçekten doğaüstü olarak algılandı ve Michel'in şeytan tarafından ele geçirildiği düşüncesi hala bazı Katolikler arasında varlığını koruyor. Ancak, tıbbi perspektiften bakıldığında, Michel'in durumu birçok faktörden kaynaklanıyor olabilirdi ve şeytan çıkarma ayinleri, durumunu daha da kötüleştirdiği için eleştiriliyor. Fakat bilimsel çerçeveden bakarak bilimin çare bulamaması sebebiyle ailenin çaresizce başvurduğu yöntemlere acımasızca yorum yapanlar Anneliese'nin kendisinin bilmediği farklı dilleri konuşmasını ve çıkardığı tuhaf tondaki sesleri açıklayamıyordu. Anneliese'nin şeytan çıkarma ritüellerinde yanlış metodlar kullanılmış olsa da genç kızın içinde bulunduğu durum bilimin ötesindeydi. Ki zaten verilen ilaçlar ve tedaviler kendisine çare olmadığı için bu tür bir yönteme başvurulmuştu. Lakin her tıp dalının birbirinden üstün uzmanları olduğu gibi ruhsal tedavilerinde ayrı dalları ve dallarında uzman ilimli kişileri vardır. Malesef Anneliese ehil kişilerin yöntemleri ile değil, alanında son derece bilgisiz kişilerce tedavi edilmeye çalışılmıştı. Bu gencecik bir kızın hayatına mâl olmuştu.

Anneliese'den geride kalan tek şey ise annesine yazdığı mektuptaki o sözler oldu: 'Cennete ulaşmak için, hiçbir şey çok fazla değil benim için... Tanrı isterse başkaları için hayatımı vermeye hazırım. İnsanın insanından değil Tanrı'nın insanından medet umun.'

#3 Eilean Mor Deniz Feneri Bekçileri

Eilean Mor 

26 Aralık 1900'de, bir gemi Eilean Mor adasındaki deniz fenerini kontrol etmek üzere yola çıktı. Adadaki deniz feneri görevlileri birkaç gündür haber vermiyor ve herhangi bir hayat belirtisi göstermiyordu. Eilean Mor adası, Flannan Adaları'nın bir parçasıydı ve ana karadan kolayca görülebiliyordu. İskoçya'nın batı kıyısında yer alan Eilean Mor deniz fenerinde çalışan üç bekçi, Thomas Marshall, James Ducat ve Donald McArthur'dan oluşan bir ekipti.

Bu üç deniz feneri bekçisi birkaç gün boyunca hiçbir rapor sunmadığı için endişe yaratmışlardı. Bunun üzerine yedek bekçi olan Joseph Moore, kaptan James Harvey ve diğer mürettebat, Eilean Mor adasına gitmek üzere yola çıktılar. Amaçları, kayıp bekçileri bulmak ve durumu değerlendirmekti. Ekip adaya ulaşmıştı. 

Normal zamanlarda, adaya gelen gemileri karşılamak için deniz feneri görevlileri hemen iskeleye gitmek zorundaydı. Ancak bu sefer kimse gemiyi karşılamamıştı. İşaret fişekleri atılmasına ve siren çalınmasına rağmen, bekçilerden ses seda yoktu. Bunun üzerine, Joseph Moore feneri kontrol etmek için gemiden ayrıldı.

Moore, deniz fenerinin kapısının kilidinin açık olduğunu fark etti ve içeri girdi. İçeride, kayıp bekçilerden ikisinin yağmurluklarının kayıp olduğunu gördü. Bu, bir bekçinin buz gibi havada hiçbir koruyucu önlem almadan dışarı çıktığı anlamına geliyordu. Peki ne olmuştu da bu bekçiler buz gibi soğuk havada yağmurluk bile giymeden dışarıya çıkmak zorunda kalmışlardı?

Joseph Moore, fenerin mutfağına ilerlediğinde yarım kalmış bir yemek, ters çevrilmiş bir sandalye ve durmuş bir saatle karşılaştı. Ancak üç deniz feneri bekçisini bir türlü bulamadı. Bu durumu gemiye dönerek kaptan James Harvey'e anlattı. Harvey, derhal olayı genel merkeze bir telgrafla bildirdi.

''Flannan Adaları'nda trajik bir kaza yaşanmış. Üç bekçi adadan kaybolmuşlar. Bugün öğlen adaya vardığımızda ada üzerinde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Bulgular bir hafta kadar önce bir kaza yaşanmış olabileceğine işaret ediyor. Kayalıklardan düşmüş veya vinci emniyete almak isterken boğulmuş olabilirler. Gece oluyor artık. Onlar için yapabileceğimiz bir şey yok. Moore, Macdonald, Buoymaster ve iki mürettebatı sizler düzenlemeleri yapana kadar feneri çalışır durumda tutmaları için adada bıraktım. Sizden haber gelene kadar oban'a dönmeyeceğim. Belki yerinizde değilsinizdir diye aynı telgrafı Muirhead'e de gönderdim. Sizden telgraf gelir belki diye kapanana kadar telgrafın başında olacağım.''

Kaptan Harvey ve mürettebatı beklerken, üç kayıp bekçinin başına gelenleri araştırmak üzere görevlendirilen Robert Muirhead, adaya varır. Moore'un rapor ettiği şeylerin ötesinde, Muirhead pek bir şey bulamaz. Ancak, deniz feneri kayıtlarına rastlar ve kayıtların son derece garip bulgular içerdiğini fark eder.

Kayıtlarda, 12 Aralık'ta ikinci yardımcı Thomas Marshall'ın, "20 yıldır görmediğim kadar sert bir rüzgâr var. Baş bekçi James Ducat sessizleşti ve üçüncü yardımcı McArthur ağlıyor" şeklinde bir not aldığı görülüyor. 13 Aralık kayıtlarında ise fırtınanın hala devam ettiği ve üç adamın fırtınanın dinmesi için dua ettiği yazıyor. Son kayıt ise 15 Aralık tarihine ait ve kayıtta fırtınanın dindiği ve "Deniz sakin. Tanrı her şeye hakimdir" denildiği görülüyor.

Ancak garip olan şey, Eilean Mor adasının ana karandan bile görülebildiği ve kaydedilen tarihlerde (12-13-14 Aralık) herhangi bir fırtına rapor edilmemiş olmasıydı.

Ayrıca, bu üç deniz feneri bekçisinin denizden 150 feet yükseklikte ve son derece güvende oldukları bir deniz fenerinde olmalarına rağmen fırtınanın dinmesi için dua etmeleri ve hatta ağlamaları hiç normal değildi.

Muirhead, iskele bölgesine doğru ilerlediğinde ise normalde malzeme sandığında durması gereken halat iplerini buldu. Bekçilerin, devrilen sandıktan sonra ipleri almak için iskele bölgesine koştuğunu ve belki de denize düştüklerini düşündü. Ancak eğer düşmüş olsalardı cesetleri bu zamana kadar karaya vurmuş olmalıydı.

Nihayetinde, Eilean Mor bekçilerinin aniden kaybolması hiçbir şekilde açıklanamadı. Bazıları işgalcilerin bekçileri esir alabileceğini düşünsede, bazıları olayın doğaüstü paranormal bir vakaya işaret ettiğine inanıyordu.

Daha sonra deniz fenerinde görev yapan diğer bekçiler bile, rüzgârın estiği sıralarda tuhaf sesler duyduklarını iddia ettiler.

Konu ile ilgili birçok teori olsa da, bekçilerin kaybolma nedeni hala tam olarak bilinmiyor ve muhtemelen onların akıbetleri her zaman bir gizem olarak kalmaya devam edecek. 123 yıldır olduğu gibi...

#4 Geceleri Parlayan Kadın Anna Monaro 

Anna Monaro 

Mart 1934'te, günümüzde Slovenya olarak bilinen ancak eski İtalya topraklarındaki Pirano'da akıl almaz bir olay yaşandı...

Her şey 8 Mart 1934 gecesi başladı. Olayın merkezinde, Pirano Hastanesi'nde yatan Anna Monaro isimli bir kadın vardı. Anna, sıradan bir kadındı. Eşi balıkçıydı ve tam 12 çocuk annesiydi. Sessiz ve duygularını her zaman göstermeyen biriydi. Bununla birlikte, yoğun bir dini inancı vardı. Kutsal hafta boyunca uzun süreli açlık nedeniyle beslenme alışkanlıkları kötüleşmiş ve bu durum sağlığına zarar verince kronik astımının ciddi bir nüksetmesi sebebiyle hastaneye yatmıştı. 

Anna, hastanede uyku halindeyken vücudundan odayı aydınlatacak kadar güçlü ve mavi bir aleve benzeyen bir ışık yayıyordu. Olayın ilk görgü tanığı Maria Gherardi, bu ilginç ışığı fark ederek etrafına dikkatli bir şekilde bakındı ve ışığın Anna Monaro'nun bedeninden yayıldığını keşfetti.

Maria Gherardi durumu hemşirelere bildirdikten sonra, hastanenin müdürü Dr. Domenico Sambo da olayı araştırmak için hastayı muayene etti. Muayene sırasında mavi ışığı gözlemleyen Sambo, Anna'yı uyandırdı ve durumu açıkladı. Anna, ışığın ilahi bir işaret olduğunu düşündü ve durumdan etkilenmedi. Çok geçmeden Anna'nın tuhaf parıltısının öyküsü tüm İtalyan gazetelerinde yer aldı.  İtalya'nın yanı sıra yabancı basın tarafından da ele alındı, Alman, Macar ve İngiliz yayınlarında yer aldı.

Dr. Sambo, kasabadaki saygın kişileri hastaneye davet ederek bu gizemli olayı çözmeye çalıştı.

Alanında uzman kişiler, ışığa tanık oldular ve gördükleri parlaklık bazen Anna'nın göğüslerinin üzerinde parlayan bir küre şeklinde, bazen kalbinden çıkan bir koni şeklinde, bazen de göğsünden birkaç saniye süren, birkaç ışık huzmesi şeklinde beliriyordu. Işık o kadar yoğundu ki, battaniyelerin arasından bile görülebiliyordu. Pirano'da yaşanan gizemli olay, kısa bir süre sonra İtalya'nın diğer şehirlerinde de yankı uyandırdı. Trieste, Padoa ve Milano'dan gelen doktorlar, X-ray makinesi, galvanoskop, elektroskop ve kamera ile donatılmış bir şekilde gelerek Anna'nın durumunu incelemeye başladı. Yüzlerce test yapıldı ve Anna'nın uyku sırasındaki durumu videoya kaydedildi. Ancak yapılan testlerde herhangi bir anormalliğe rastlanmadı ve bu durum daha da gizemli hale geldi. Bunun üzerine din adamları ve psikologlar da Anna'yı ziyaret ederek durumu incelediler. Bazı kaynaklara göre, ünlü fizikçi Enrico Fermi bile bu gizemli olayı araştırmak için çağrıldı.

Anna bazen ölü insanların ruhlarını görebildiğini ve sanki oradaymış gibi binlerce mil ötede yapılan savaşlara tanık olduğunu da iddia ediyordu. Bu özelliğinin yanı sıra rüyalarının da genellikle inanılmaz derecede canlı olduğunu da vurguluyordu. Bu iddiasından sonra yapılan psikiyatrik değerlendirmelerde ise Anna'nın kesinlikle deli olmadığı sonucuna varılmıştı.

Anna'nın bağlantılı olduğu varsayılan güçlerle ilişkili olarak parıltının doğaüstü bir kaynaktan geldiği iddia ediliyor, bu kaynağın "ektoplazma" veya "ruhsal enerji" olduğu düşünülüyor.

Haziran ayında, Anna'nın bedeninden yayılan gizemli ışık nedeniyle ortaya çıkan parlaklık bir şekilde ortadan kayboldu. Eylül ayında, İtalyan tıp dergisi La Ricerca Scientifica, Anna'nın tüm testlerinin 52 sayfalık bir raporunu yayınladı. Ancak raporda tıbbi bir durum belirtilmemiştir. Anna'nın bedeninden yayılan mavi ışığın nedeni hala bir sır olarak kalmaktadır ve muhtemelen öyle de kalacaktır.

Bir sonraki bölümde çok ilginç ve gizemli bir konu ile karşınızda olacağız. Takipte kalın, sevgiyle kalın…

Bir Cevap Yazın

*E-Posta adresiniz gösterilmez.

Oturum Aç

Şifremi Unuttum

İçeriği Şikayet Et