Okuyanlar Anlatıyor

17 Yaşında İlk Yurt Dışı Tecrübesi


Horsewashing / Nisan 07, 2021 / 463 Görüntüleme / 0 Yorum

Yurt dışında yaşamak, çeşitli sebeplerle yurt dışında kısa veya uzun vadeli bir hayat kurmak çevremizde giderek daha çok karşılaştığımız bir olgu olmaya başladı. Bu ne kadar süreli planlanırsa planlansın büyük bir karar. Her büyük kararın zorlukları olduğu gibi bunun da zorlukları var. Ben size kendi yurt dışı tecrübelerimi, anılarımı becerebildiğim ölçüde aktararak yardımcı olma niyetindeyim.

İlk yurt dışı tecrübemi 17 yaşında Finlandiya’ya giderek yaşadım. Bir yıl kaldığım ülkede 4 adet host ailenin yanında yaşadım. Bu dört Fin aile de temel olarak birbirine benzese de aslında beraber yaşamaya başlayınca bambaşka olduklarını fark ettim.

Anlatacağım anım, ülkeye gittiğim ilk zamanlarda yaşadığım zorluklardan bir demet. Kültür şoku aslında adındaki gibi aniden yüzüne çarpan bir şey değil sanırım. Zaman içinde sindire sindire kavradığın bir şey.

Finlandiya’da lise son eğitimi için 1 yıllık bir program kazandım. Neredeyse tek kelime İngilizce bilmiyorum. Fince? Tabii ki hayır. Helsinki Havaalanı’nda host babam beni karşıladı. Adamın fotoğrafını göndermişlerdi Türkiye’deyken oradan tanıdım. Zaten elinde adımın yazdığı bir kağıt da vardı. 

Adam beni Fince merhaba diyerek karşıladı. Ve sonrasında Fince konuşmaktan hiç vazgeçmedi. Hiç ama. Arkadaşlar içine girdiğim yeni bir dünyayı İngilizce bile anlamakta zorlanırken hayatımda daha önce duymadığım bir dili anlayıp iletişim kurmak zorunda kaldım. Arabayla havaalanından eve doğru giderken adam hani yol kenarlarında Adana 110 km, 100 metre sonra benzinlik vs tabelalar olur ya; eliyle o tabelaları gösterip Fince adlarını söylüyodu heceleyerek. Ben nereye düştüm diye düşünürken sanırım adam benim o kadar zeki olmadığımı anladı ve rakamlardan başladı öğretmeye parmaklarıyla 1,2 yaparak. Ancak tekrar söylüyorum, “Nasılsın” “Yolculuk nasıldı” gibi ya da beni tanımaya yönelik hiçbir konuşma yok. Adam yapmışsa bile Fince sormuştur anlamamışımdır. Tabii sonrasında dil konusundaki bu tutumun ülkenin genelinde olduğunu öğrendim. Milliyetçiliğin çeşitleri var. Bir milliyetçilik kavramı soy, kan gibi seçmediğin şeyleri ön plana çıkarırken bir milliyetçilik kavramı ait hissetme ve saygılı olmanın yeterli olduğu bir bakış açısına sahip. Bir yıl kaldığım ülkede tek bir kere ayrımcılığa uğramanın yakınından bile geçmedim. Ancak dünyanın her yerinde İngilizcedeki football kelimesinin futbol, fuetbol gibi türevleri kullanılırken burada “jalkapallo” kullanılıyor. “Jalka” ayak, “pallo” top demek. Ayaktopu yani işte. Bu, ülkenin kültürüne, diline ne kadar bağlı olduğunu bence çok güzel ortaya koyuyor.

Neyse, inanılmaz havaalanı-ev arası yolculuğumuz bitti. Evde beni host annem ve host kardeşim bekliyor. Kardeşim, Patrick, 14 yaşında turuncu bir ergen. Anneciğim de tatlı birine benziyordu. Benle İngilizce konuşunca zaten kadına kurban olasım gelmişti. Tamam hiç bilmiyordum ama en azından acıktım merhaba buralıyım şunu severim demeyi biliyordum. Salona oturduk, bana hayatım boyunca bir daha yüzünü bile görmek istemediğim “puuro” adlı yulaf lapası ikram ettiler. Vıcık vıcık. Tatlansın diye de üstüne pudra şekeri döktüler. İlk kaşıkta beni zorlu bir yılın beklediğini anladım. Ve işte ilk tavsiyem dostlar, yurt dışındasınız, bir arkadaşınız, yanında kaldığınız aile size bir şey ikram etti; asla geri çevirmeyin. Zor da olsa yiyin ve gülün. Hiç mi sevmediniz? En kibar halinizle bu yemeğin sizin için pek uygun olmadığını söyleyin. Ben 1 hafta boyunca her sabah bunu yemek zorunda kalmıştım. Çalışma kampı gibi. 

Devam edeyim, ilk günüm ve hep beraber salondayız. Hayatımın son 1 senesi dershane ve PlayStation cafe arasında geçmiş. Üniversite sınavına bir ay kala Mortal Kombat hikaye kısmını arkadaşlarla bitirmişiz son sahnede bütün kafe oyunlarını durdurup bizi alkışlamış, PES 10’da olabilecek her kombinasyonla maç yapmışız. İlk sorumu host aileme sordum: “Burada en yakın PlayStation Cafe nerede?” salonda kısa bir ölüm sessizliği… Bana hayatlarında ilk defa böyle bir şey duyduklarını söylediler. Orada herkes evine alıp online oynuyormuş. Bunun için bir kafe açmak gibi bir şeyi hiç kimse düşünmemiş… Yani bu yazıyı buraya kadar okuyan sevgili dostum, yurt dışına gittiğimizde hayatlarımızda önemli yer tutan rutinlerimizin esamesini bile bulamayabiliriz. Eğer yeni bir hayat kurmak istiyorsak, nelerden vazgeçmemiz gerektiğini, neler olmadan da yaşayabileceğimizi iyi düşünmemiz gerek. Yoksa hiçbir zaman gittiğimiz ülkeye alışamayız. 3 ay boyunca kaldığım bu ilk host ailemdeki babaya alışamamam gibi. Adamla elimde sözlük olmayınca konuşamıyodum ki! Ama tebrik ederim bir insan bir kere bile mi kuralını bozmaz. Telefonda biriyle İngilizce konuştuğunu duymasam herhalde o da benim gibi bilmiyor diyecektim de, Prens Charles gibiydi maşallah. 

Kahvaltı niyetine yenen o “puuro”nun ruhumda yarattığı tahribatı anlatmıştım. İş bununla bitti mi? Tabii ki hayır. Arkadaşlar Finlandiya soğuk bir yer. Çok soğuk. Aşırı soğuk. Tamam modern bir çağdayız evinde ısınırsın güzel mont alırsın ısınırsın. Ama o kadar soğuk bir ülkede sence ne tür tarım ürünleri var? Beslenme kültürü nasıl? Tahmin ettiğiniz üzere 1 yıl boyunca patates yedim. Ben ömrümde patatesin bu kadar farklı tekniklerle pişirildiğini görmemiştim. Zaten meşhur Bir Fin lafı var: “Fransızlar yemek için yaşar, biz yaşamak için yeriz” Hiç mi güzel şey yemedim? Tabii ki yedim. Mesela somon. Şaka yapmıyorum öyle güzel somonları öyle profesyonel pişiriyolardı ki balık değil tandır sanki. Ayrıca Finlandiya’da bir de geyik eti gerçeği var… Enfes. Tabi her gün yenmiyor bunlar. Mesela gittiğim lisede 3 çeşit yemek çıkardı: Et ağırlıklı, sebze ağırlıklı ve vegan. Bunların hepsinin bedava olduğunu da söyleyeyim. Sosyal devlet anlayışının arşa çıktığı bir ülke.

Ah lise demişken, bir de lise anılarım var ki… O da başka bir yazıya.

Bir Cevap Yazın

*E-Posta adresiniz gösterilmez.

Oturum Aç

Şifremi Unuttum

İçeriği Şikayet Et