İlginç Bilgiler

Gitmeye Cesaret İsteyen Lanetli Mekanlar - Bölüm I


Mayıs 03, 2023 / 660 Görüntüleme / 0 Yorum

Dünya üzerinde korkunç hikayelere sahip olan, gitmeye cesaret gereken bazı mekanların olduğunu bilmekteyiz. Anlatılara göre bazıları insanlar tarafından lanetlenmiş bazıları ise doğal bir şekilde başka varlıklar tarafından sahiplenilmiştir.

Bazı yerler, tarih boyunca çeşitli acıların, trajedilerin ve şiddetin sahne olduğu yerler olmuştur. Bu yazımızda hayaletlere ve diğer doğaüstü varlıklara ev sahipliği yapan mekanların keşfini yapacağız.

Ancak, öncesinde uyarmak gerekir ki bu mekanlar herkes için değildir. Gitmeye cesaret gerektiren bu mekanlar bazıları için ciddi tehlikeler barındırabilirler. Özellikle ruhsal olarak hassas olan kişiler için bu mekanlardaki enerjiler oldukça rahatsız edici olabilir. Doğaüstü varlıkların gerçek olup olmadığına dair merakınız varsa, ya da korku hikayelerine ilgi duyuyorsanız bu yazımız tam size göre olacak. Hazırsanız başlıyoruz.

Bu bölümde yer alan lanetli mekanlar

  1. Oyuncak Bebekler Adası
  2. Winchester Malikanesi
  3. Borley Rectory
  4. Edinburgh Kalesi
  5. Hoia Baciu Ormanı
  6. Stanley Oteli

Akılları Baştan Alan Dünya Üzerindeki Korkunç Yerler

#1 Oyuncak Bebekler Adası (La Isla de las Munecas)

Oyuncak Bebekler Adası (La Isla de las Munecas)

Meksika'da bulunan Isla de Las Munecas, yani "Oyuncak Bebekler Adası" aslında trajik ve bir o kadarda korkunç bir hikâyeye sahip.

Ada uzun yıllar önce herhangi bir adadan farklı değildi. Ancak adada yaşanan bir olay, adanın sadece görünümünü değil, ismini de değiştirecekti. 

Bu adanın şimdilerde dünyanın en korkunç yerlerinden biri olarak kabul edildiği söyleniyor ve yerel halk adada hala paranormal olayların yaşandığını iddia ediyor. 

Adanın etrafı su kanallarıyla çevrili ve her yerinde korkunç bir atmosfer hissediliyor. İşin ilginç yanı ise adanın, yıllar önce orada yaşayan bir kız çocuğunun trajik bir şekilde hayatını kaybetmesiyle lanetlendiği söyleniyor.

La Isla de las Munecas, Mexico City'nin güneyinde büyük bir gölün ortasında yer alan ve üzerinde kimsenin yaşamadığı bir adadır. Julian Santana Barrera isimli bir adam, 1950'lerde bu sahipsiz adaya yerleşti ve burada tek başına yaşamaya başladı. Barrera, oldukça dindar bir adamdı ve sık sık adanın yakınındaki yerleşimleri ziyaret ederek vaazlar veriyordu. Ancak ziyaretlerinin çoğunda hoş karşılanmıyordu hatta bazen tartaklanıyordu. Bunun üzerine Barrera, adada dış dünyadan izole yalnız bir yaşam sürmeye başladı.

Adanın her tarafında bulunan korkunç oyuncak bebekler

Adanın kıyısında küçük bir kız çocuğuna ait bir ceset bulduğu zaman, Barrera'nın adadaki sakin ve sıradan yaşamı tamamen altüst oldu. Cesedin yanında oyuncak bir bebek de vardı. Barrera, cesedi adaya gömdükten sonra, kızın "ruhunu sakinleştirmek için" oyuncak bebeği bir ağaca astı. Böylece kızın ruhu oyuncak bebeği ile oynayabilecekti. Ancak işler Barrera'nın umduğu gibi gitmedi ve Barrera, kızın kötücül ruhunun adaya musallat olduğuna inanmaya başladı. Barrera'ya göre kötü ruhun sakinleşmesi gerekiyordu. Bu sebeple Barrera, adaya musallat olan ruhu sakinleştirebilmek için oyuncak bebekler toplamaya başladı. Bulabildiği bütün oyuncak bebekleri ayırt etmeden adaya getirdi ve ağaçlara astı. Ölü kızın ruhu, yeni oyuncaklarına kavuşunca tekrar sakinleşti. Barrera, kötü ruhun sakinleşmesiyle adadaki sıradan yaşamına geri döndü. Ancak talihsiz adamın huzurlu günleri fazla uzun sürmedi ve bir sabah uyandığında, adayı çevreleyen nehir üzerinde yüzlerce oyuncak bebekle karşılaştı. 

Bu olaydan sonra kötü ruh kendisini belirgin şekilde hissettirmeye başladı ve Barrera'nın korkuları ve sanrıları had safhaya ulaştı.

Barrera'nın ölümünden sonra, adada bulunan oyuncak bebeklerin sayısı gittikçe artmıştı. Adanın ürkütücü atmosferi, zamanla yerel halkın dikkatini çekti ve adaya birçok efsane eklendi. La Isla de las Munecas, Meksika'nın en ürkütücü yerlerinden biri haline geldi ve zaman içinde dünya genelinde tanınan bir turistik mekân oldu.

Bugün, adaya yapılan ziyaretler sırasında ziyaretçiler, oyuncak bebeklerin ağaçlarda sallandığını ve hatta bazı bebeklerin kırık ve çürümüş olduğunu görebilirler. 

Yerel halk hala adada paranormal aktiviteler olduğuna inanır ve adanın doğal sesleri arasında bebeklerin ağlama ve konuşma seslerini de duyduklarını iddia ederler.

Adanın kendisi, birçok insan için ürkütücü olsa da yerel halk için önemli bir kültürel ve tarihi simgedir. Adanın hala rahatsız edici bir atmosferi var bu yüzden gitmeden önce iyice düşünmek gerekiyor...

Bu adadan esinlenen birkaç korku filmi ve belgesel yapılmıştır.

Bunlardan biri 2011 yapımı "Island of the Dolls" adlı belgeseldir. Diğer bir film ise 2019 yapımı "The Curse of La Llorona" adlı korku filmidir. Bu film, Meksika efsanesi La Llorona'nın hikayesini anlatırken, La Isla de las Muñecas'tan da esinlenmiştir.

#2 Winchester Malikanesi

Winchester Malikanesi

Doğaüstü varlıklardan gizli geçitlere kadar birçok gizeme ev sahipliği yapan malikanenin ilginç bir hikayesi var. 

Winchester Malikanesi, dışarıdan çok neşeli görünen bir ev olsa da içerisinde trajedi ve gizem barındıran bir yer. Sarah Winchester adlı bir kadının evi olan bu büyük malikane, 36 yıl süren inşaatı boyunca gizemini hiç kaybetmedi. Tam tersine, her geçen gün hakkında daha fazla soru soruldu ve nihayetinde Winchester Gizem Evi, dünya üzerindeki en gizemli yerlerden biri haline geldi. Peki gerçekten bu evi gizemli kılan şeyler neydi?

Sarah Winchester, 1839 yılında New Haven'da dünyaya geldi. Sarah Winchester, müzikal açıdan yetenekliydi ve akıcı bir şekilde yabancı dil konuşabiliyordu. Ancak büyüdükçe çok güzel bir kadına dönüştü ve kasabanın en güzel kadınlarından biri oldu. William Wirt Winchester da New Haven'de büyüdü ve babasının Repeater silahını yapan bir firmayı satın almasıyla Winchester tüfeği yapımına başlandı. Babasının ölümünden sonra şirketi devralan William, Sarah ile evlendi ve çiftin hayatı oldukça mutlu geçti.

Ancak ne yazık ki, Sarah'ın bebeği ve kocası öldü. Kocasının ölümünden sonra Sarah büyük bir zenginliğe sahip oldu, 20 milyon dolarlık bir servet ile Winchester Repeating Arms Company'de %48,9 hisseye sahipti artık ve günde 1.000 dolar kazanıyordu. Ancak para ve servet onu mutlu etmek için yeterli gelmiyordu., sadece kızını ve kocasını geri istiyordu ve bu nedenle depresif bir insana dönüştü.

Sarah Winchester

(Annie Pardee Winchester adını verdiği kızı doğduktan sonra Marasmus hastalığına yakalandı ve kısa süre sonra hayatını kaybetti. Bu olay, Sarah'ın hayatını altüst etti ve yıllar süren depresyona neden oldu. Sonrasında William Winchester da pulmoner tüberküloz nedeniyle hayatını kaybetti.)

Sarah, 1884 yılında Santa Clara Vadisi'nde yarım kalmış bir konak satın aldı ve 7 katlı bir malikaneye dönüştürdü. Winchester Malikanesi olarak bilinen bu yerde yaşayan Sarah, malikanenin yapımına hiç ara vermeden devam etti. Bazı teorilere göre, Sarah'ın kocasının ölümünden sonra yer değişikliği ve yeni bir hobi arayışı nedeniyle bu evi satın almış ve yenilemişti. Ancak en popüler teori, bir medyumun Sarah'a "Yeni bir hayata başlayıp kocanın yarattığı Winchester silahı ile ölen ruhlar için bir ev inşa etmelisin. Fakat inşa etmeyi asla bırakmamalısın. Eğer inşa etmeye devam edersen yaşayacak, durursan öleceksin." demesi üzerine Sarah'ın konağı satın alması ve inşaata başlamasıdır.

Malikanenin inşası yaklaşık 36 yıl boyunca 7/24 devam etti ve 160 odalı bir kompleks haline geldi. Sarah, ruhların onu ve ailesini rahat bırakana kadar inşaata devam etmek istiyordu, ancak aynı zamanda evi bir labirent gibi tasarlıyordu. Winchester Malikânesinde bulunan gizemli unsurlardan biri de çoğu yüksek boşluklara veya duvarlara açılan 2 binden fazla kapıydı. Bu nedenle yanlış atılan bir adım ölümcül sonuçlara yol açabilirdi. Ayrıca, merdivenler sizi bir üst kata götürmek yerine tavana doğru çıkarabilirdi. Sarah Winchester, her gece evin farklı bir odasında uyurdu ve gizli geçitleri kullanarak bu odalara giderdi.

Winchester Malikanesi - evin içerisi

1906 yılında San Jose şehrini vuran bir deprem, Winchester Gizemli Evi'ne büyük hasar verdi. Ancak, evin yüzen temeli sayesinde tamamen çökmedi. Üst kattaki üç kat yıkıldı ve bugünkü dört katlı halini aldı.

Sarah Winchester, evde 13 sayısına takıntılıydı ve evin içinde birçok şey 13 sayısı ile ilişkilendirilmişti. Pencerelerde bile 13 cam bulunmaktaydı. Winchester, manevi önemi olan 13 rakamı ve örümcek ağı motiflerini evin her yerinde kullanmış. Ancak, Sarah Winchester'ın 13 sayısına olan takıntısının nedeni bilinmiyor. 

Sarah Winchester, 1922 yılında öldü ve mal varlığının tamamını yeğenine bıraktı. Yeğeni, istediği şeyleri aldıktan sonra geri kalanları özel bir açık artırmada sattı. Ancak, evdeki tüm mobilyaları çıkarmak için altı kamyon altı hafta boyunca günde sekiz saat çalışması gerekti.

Değerleme uzmanları, deprem nedeniyle oluşan hasar, bitmemiş tasarım ve yapımının pratik olmayan doğası nedeniyle evi değersiz buldular. Winchester Gizemli Evi, 135.000 dolardan fazla bir fiyata yerel bir yatırımcıya satıldı. Daha sonra, 10 yıllığına John ve Mayme Brown'a kiralandı ve Şubat 1923'te ev halka açıldı.

Bugün, Winchester Gizemli Evi, John ve Mayme Brown'un torunlarını temsil eden özel bir şirket olan Winchester Investments LLC'ye aittir. Ev, Sarah Winchester'ın inançlarını yansıtan benzersiz dokunuşlarının ve kötü ruhları savuşturmaya çalışmasının hikayesini yansıtıyor. 

Winchester Gizemli Evi hakkında bir film de yapılmıştır. 2018 yapımı "Winchester Gizemli Ev" adlı film, biyografi ve korku severler tarafından çok beğenilmiştir.

"Ghost Adventures" adlı bir dizi, Winchester Gizemli Ev'de yaşanan paranormal aktiviteleri araştırmak için yapılmıştır.

"America's Most Haunted: The Secrets of Famous Paranormal Places" adlı bir belgesel dizisi, Winchester Gizemli Ev'i ele alarak, yapıyı hikayesi ve gizemiyle anlatmaktadır.

"The Winchester Mystery House: A Chilling Interactive Adventure" adlı bir kitap, yapıyı ziyaret eden bir turistin yaşadığı korku dolu maceraları anlatmaktadır.

"The Winchester House of Mystery" adlı bir kitap, Sarah Winchester'ın hayat hikayesini ve yapının inşasını anlatmaktadır.

#3 Borley Rectory

Borley Rectory

İngiltere'de Essex vilayetinde Borley köyünde yer alan Papazın Evi, eski Kraliçe Viktorya mimarisiyle yapılmış bir binaydı ve inşaatı 1863 yılında gerçekleştirilmişti. Daha önce var olan binanın yerine yapılan bu ev, 1937 yılında çıkan bir yangında tamamen yok olmuştu.

Eski binanın yerine inşa edilen bu ev, daha önce Papaz Reverend Harringham için yapılmış olan ve Gregorian tarzında inşa edilmiş bir evin yerini almıştır. 

1929 yılında, evde farklı zamanlarda ikamet eden kişiler tarafından paranormal olayların gerçekleştiği bildirilmiş ve ev "hayalet evi" olarak ün kazanmıştır. Bu olay, o dönemin ünlü paranormal olaylar uzmanı Harry Price tarafından ciddi bir şekilde incelenmiş ve sonuç olarak ev "İngiltere'nin en perili evi" olarak tanımlanmıştır. Bu olay Daily Mirror gibi İngiltere'nin önde gelen gazetelerinde seri halinde yayınlanmıştır ve Harry Price da konu hakkında iki çok satan kitap yazmıştır.

Bu bölgede 1362 yılında bir Benedictine Manastırı olduğu ve bu manastırda yaşayan bir rahibin yakındaki diğer bir manastırda yaşayan bir rahibe ile ilişkiye girdiği söylenmektedir. İlişki ortaya çıktığında rahip ve rahibe öldürülmüş. Bu tarihten sonra paranormal olayların meydana geldiği söylentileri yayılmış.

Manastırda olayların artması nedeniyle 1680'de kilisenin emriyle her iki manastır yıkılmış ve başka bir yere taşınmış. Ancak bu kez paranormal olaylar Papazın evinde başlamış. İlk olarak, 1863 civarında evde oturanlar ayak sesleri ve konuşmalar duymuş, ancak araştırmalar sonucu kimse bulunamamış. 

28 Temmuz 1900'de, o zamanki başpapazın büyük kızı bahçede bir gölge görmüş ve bu olay üç gün boyunca tekrarlanmış. Dördüncü gün, aynı saate aynı sesi duyduğunda fotoğraf makinesiyle gizlenerek beklemiş ve fotoğrafını çekmiş. Uzmanlar tarafından incelendiğinde, resmin doğal olduğu ve üzerinde hiçbir değişiklik yapılmadığı tasdik edilmiş. Bu tarihten sonra, köydeki çeşitli insanlar papaz evinin civarından geçerken bu rahibeyi ve diğer hayaletleri gördüklerini ifade etmişlerdir.

1892'de Henry Dawson Ellis Bull öldü ve yerine oğlu Reverend Harry Bull geçti. 1911'de bir dul bayanla evlendi ve 1920'ye kadar kızlarıyla birlikte Burley papaz evinin yakınındaki bir binada oturdu. Sonunda, 1920'de Borley Papaz evine taşındılar. Evli olmayan iki kız kardeş de birkaç mil ötedeki Chilton Lodges'da oturmaya başladılar. 

9 Haziran 1927'de başpapaz Harry Bull öldü ve papaz evi iki yıl boyunca boş kaldı. 2 Ekim'de Reverend Guy Eric Smith ve karısı binaya taşındılar. Taşınmalarından kısa bir süre sonra, Bayan Smith evi temizlerken kahverengi bir kağıtla sarılı bir paket buldu. Paketin içinde genç bir kadının kafatası vardı.

Bu olaydan kısa bir zaman sonra evde anlaşılmayan olaylar oluşmaya başladı. Bunlardan en ilginci, hizmetçileri çağırmak için kullanılan çanın çalmasıydı ancak çanı çalacak ipin olmaması daha da ilginçti. 

Hayaletlerin kameralara yakandığı iddia edilen bir kare

Gece pencerelerde ışıklar beliriyor ve ayak sesleri duyuluyordu. Ayrıca Bayan Smith birkaç gece arka arkaya dışarıda bir ses duydu ve pencereden bakınca siyah bir atın çektiği bir araba gördü. Smith ailesi, Daily Mirror gazetesiyle temas kurarak Society for Psychical Research derneği ile iletişim kurmalarını istedi. Gazete, ünlü Paranormal olaylar araştırmacısı Harry Price ile görüşerek eve gitmesini ve bir inceleme yapmasını istedi. 

Harry Price, 12 Haziran'da eve geldi ve karşılaştığı yeni bir olay, "ruhsal varlıklar" tarafından karşılanıp evin içine girmesine engel olunmasıydı. 

Daha sonra Bayan Smith, bu olayların sebebinin Harry Price olduğundan şüphe ettiğini söyledi. Smith ailesi, 14 Temmuz 1929'da Borley'i terk etti. Ancak ayrılan ailenin yerine yeni bir papaz bulmak epey güç oldu ve sonunda Reverend Lionel Foyster işi kabul etti. 

Lionel Foyster ve karısı Mairanne ile üvey kızları Adelaide, evde anlaşılamayan olaylar yaşamaya başladılar. Olaylar uzmanlar tarafından incelendi. London Psychic Research Derneği, 9 uzman araştırmacı ve bilim adamının iştirakiyle evde 10 gün kalarak araştırma yaptı ve verdikleri raporda, bu olayların ne Marianne ne de Lionel Foyster tarafından yapılmadığı sonucuna varıldı. Çünkü onlar daha gelmeden onlardan evvel bu evde oturmuş iki Baş Papaz da zamanında böyle olaylar yaşıyordu. Bunun sebebi olarak ise idam edilen rahip ve rahibenin ruhunun gitmeleri gereken yere gidemeyip burada yaşamaya mahkûm kaldıklarından ileri geldiği düşünülmektedir.

Böylelikle Borley Rectory olayı, İngiltere'de bulunan ünlü bir hayalet hikayesi ve araştırması olarak tarihe geçti. Bu olay ile ilgili birçok film, belgesel ve kitapta piyasaya sürüldü.

Borley Rectory (2019) adlı belgesel film, bu konu hakkında yapılmış en son ve en detaylı belgesellerden biridir. 

The Haunting of Borley Rectory (2019) adlı bir korku filmi de bulunmaktadır. Ancak bu film gerçek olaylara tam olarak uymamaktadır.

Borley (2015) adlı korku filmi İkinci dünya savaşında çıkan bir yangın sonucu tahrip olan, dünyadaki en gizemli ve hayaletli olduğu bilinen Borley Rectory binasının hikayesini anlatmakta. 

Borley Rectory: The Most Haunted House in England (2016) adlı belgesel film de bu konuyu ele almaktadır. Bu belgeselde, hayalet avcıları ve araştırmacılar, Borley Rectory'deki hayaletlerin izini sürmektedir.

Borley Rectory: The Final Analysis (2016) adlı bir kitap, olayı ve sonrasında yapılan araştırmaları ele almaktadır. Yazarı Paul Adams'dır.

The Borley Rectory Companion (2009) adlı kitap, Borley Rectory hakkında bir kılavuz niteliği taşımaktadır. Yazarı Paul Adams ve Eddie Brazil'dir.

#4 Edinburgh Kalesi

Hayaletli Edinburgh Kalesi

Orta Çağ'a ait İskoç tepelerinde yükselen bu görkemli kale, boş koridorlarında ölülerin seslerinin yankılandığına dair bir efsaneye sahiptir. 

Çünkü bu kale, tarihinin izleriyle birlikte, hayaletleriyle de ünlüdür. Bu efsaneler ve paranormal aktiviteler, İskoçya'nın tarihi ve kültürel zenginliklerinin bir parçası olarak görülmektedir. 

Zindanlarında ve avlusunda hayaletlerin görüldüğü söylenir, hatta köpek hayaletleri bile rapor edilmiştir. Edinburgh Kalesi, İskoçya'nın en perili yerlerinden biri olarak ün kazanmıştır. Ancak bu efsaneler sadece İskoçya'nın sınırları içinde değil, tüm dünyada tanınmaktadır.

Bu tarihi kale, antik zindanının hücreleriyle birlikte, sayısız ölümün yaşandığı yerdir. Birçok kişi için, burası sonsuz huzursuzluğun merkezidir. Edinburgh'un diğer bölgeleri de hayali şöhrete sahiptir ve Mary Kings Close adlı terk edilmiş bir sokakta Kara Ölüm vebasının kurbanları ölüme mahkûm edilmiştir.

Mary Kings Close

6 ile 17 Nisan 2001 tarihleri arasında, Edinburgh Kalesi, Güney Köprüsü'nün yeraltı tonozları ve Mary Kings Close, yapılmış en büyük paranormal araştırmalardan birine konu olmuştur.

Dr. Richard Wiseman, 240 gönüllüden yardım alarak, perili olduğu iddia edilen bu bölgeleri keşfetmek için bir çalışma yapmış. Gönüllüler, ürpertici ve nemli mahzenler, odalar ve tonozlarla 10 kişilik gruplar halinde yönetilmiş. Wiseman'ın ekibi, termal görüntüleme cihazları, jeomanyetik sensörler ve dijital kameralar gibi yüksek teknolojili ekipmanlarla donatılmış.

Çalışma sonunda neredeyse yarısı açıklanamayacakları fenomenleri rapor etmiş. Wiseman, çalışması hakkında mümkün olduğunca bilimsel olmaya çalışmış ve gönüllülere hangi özel hücrelerin veya tonozların daha önceki garip aktivitelere sahip olduğu söylenmiş. Ancak gönüllülerin en fazla sayıda paranormal deneyimleri, peri şöhretleri olan bölgelerde gerçekleşmiştir.

Edinburgh Kalesi hakkında birçok film, belgesel ve kitapta bulunmaktadır.

Filmler arasında "Braveheart" (1995), "The Da Vinci Code" (2006) ve "Outlaw King" (2018) gibi popüler filmler yer alır. Ayrıca, kaleden esinlenilerek yapılan kurgusal filmler de vardır, örneğin "Greyfriars Bobby" (1961) ve "The Ghost of Greville Lodge" (2000).

Belgeseller arasında "Haunted History of Edinburgh" (2014), "Inside Edinburgh Castle" (2017) ve "Secrets of Great British Castles" (2015) gibi birçok belgesel bulunmaktadır.

Edinburgh Kalesi hakkında yazılmış birçok kitap da mevcuttur. Bunlar arasında "Edinburgh Castle: Official Souvenir Guide" (2019), "Edinburgh Castle: The Official Illustrated History" (2011) ve "The Ghosts of Edinburgh Castle" (2015) gibi kitaplar yer alır.

#5 Hoia Baciu Ormanı

Hoia Baciu Ormanı

Dünya üzerinde birçok yer paranormal hikayeleri ile tanınır. Bunlardan biri de Dracula'nın memleketi olan Transilvanya'da yer alan Hoia Baciu Ormanı.

Bölge halkı, 250 hektarlık bu ormanı rahatsız edici bir yer olarak görüyor. Bu ormana giden ziyaretçilerin birçoğu, orada "bir şeyler tarafından" izlendiği hissine kapılıyor. Romanya'da bu bölgede yaşayanların inandığı bir efsaneye göre, ormana giren insanlar geri dönemezmiş! İlk bakışta ağaçlarındaki farklı görünümleriyle insanları ürküten bu yerin asıl ürkütücü kısmı ise sürekli paranormal olaylar ve hatta UFO olayları ile de gündeme gelmesi.

Orman, ilk olarak 1960'larda ün kazanmıştır, ancak yerliler 15. yüzyıldan beri orman içinde bir kadın dolaştığını iddia ediyorlar.

Biyolog Alexandru Sift, ormanın üzerinde uçan bir nesne görüp fotoğrafladı. Bu olaydan sonra orman, yalnızca hayaletlerle değil, UFO hikayeleriyle de anılmaya başlandı. 

UFO olayından çok kısa bir süre sonra bir çoban ve 200 koyunu ormanın içinde arkalarında hiçbir iz bırakmadan kayboldu. Yalnızca çoban ve sürüsü değil, bir kız çocuğu da ormanda kayboldu. Kaybolan çocuk, 5 yıl sonra ormanda tekrar görüldü. Kızın yanında, 15. yüzyıla ait paralarla dolaşan bir kadın olduğu söyleniyor. Ormanla ilgili en şaşırtıcı şey, ormana giren insanların daha sonra yanık, cilt döküntüleri, yüksek ateş ve baş ağrısı gibi şikayetlerde bulunması. Bu durum araştırıldığında, bölgedeki toprağın radyoaktif olduğu ortaya çıkıyor.

Hoia Baciu Ormanı - UFOlar

Ormandaki ağaçlar yüzyıllardır orada olsa da oldukça genç görünüyor. Birbiri ardına sıralanan ağaçların gövdeleri çarpık ve ürkütücü... Ağaçların görünüşleri korkutucu olsa da Hoia Baciu Ormanı'nda gerçekleşen paranormal olayların büyük çoğunluğu ağaçların oluşturduğu çitlerin tam ortasındaki boş çemberde meydana geliyor.

İnsan eli değmemesine rağmen bu hale gelen ormanda ilerlediğinizde, ağaçların arkasında bomboş bir çembere çıkıyorsunuz. Ormanın odak noktasında yer alan çemberde bitki bile yetişmiyor.

Bölge halkı, bu çemberin UFO'ların iniş yapmak için kullandığı bir arazi olduğunu söylüyor. Hatta bölge yakınlarında köklerinden tamamen sökülüş ağaçlar keşfedilmiş. Yetkililer bu işlemin yalnızca ileri teknoloji kullanılarak yapılabileceğini dile getirmiş.

Burada neden bitki yetişmediği ile ilgili yapılan araştırmalar sonucunda ise görülenler bir hayli şaşırtıcı. Araştırma sonucunda bölgede tanımlanamayan ve öldürücü etkisi bulunan bir toksit madde keşfedilmiş. Keşfedilen toksit madde, bölgede bitki yetişmesini engelleyebilecek kadar öldürücü etkiye sahip.

Bunun yanı sıra, Hoia Baciu Ormanı hayalet hikayelerine de konu oldu. En ürkütücü hikayelerden biri ise Hayalet Gelin hikayesi. Anlatılan hikâyeye göre, ormanda yürüyen bir kadın kaybolur ve yerli halk daha sonra ormanda yalnız yürüyen bir gelin görür. İddialara göre, kaybolan kadının ve nişanlısının isimleri ormanda bulunan kalp şeklindeki iki ağacın yüzeyine yazılmış.

Hayalet geline rastlayan çocuklar ise onun onlara gülümseyip el salladığını söylüyor. Bununla birlikte, hayalet gelinin çekilen bir videosu olduğu, ancak halk tarafından saklandığı söylentiler arasında yer almaktadır.

Tüm bu olaylar göz önüne alındığında, Hoia Baciu Ormanı gerçekten lanetli olabilir mi? Bu sorunun cevabı kesin olarak bilinmemekle birlikte, bölgede yaşanan olağanüstü olaylar ve keşfedilen toksit madde, ormanın gizemi hakkında daha fazla araştırma yapılmasını gerektiriyor.

Hoia Baciu Ormanı hakkında birçok film, belgesel, dizi ve kitapta bulunmakta.

"The World's Most Haunted Forest" adlı belgesel, Hoia Baciu Ormanı'nın doğal ve paranormal özelliklerine odaklanıyor.

"The Hoia Baciu Forest Documentary" adlı belgesel, ormanın tarihi ve gizemleri hakkında ayrıntılı bilgi veriyor.

"Destination Truth" adlı TV dizisi, Hoia Baciu Ormanı'ndaki paranormal aktiviteleri araştırıyor.

"The Haunted Forest" adlı korku filmi, Hoia Baciu Ormanı'nı temel alıyor ve kurgusal bir hikâye anlatıyor.

"The Secret of Hoia Baciu Forest" adlı kitap, ormanın gizemli hikayelerini ve yerel efsanelerini anlatıyor.

#6 Stanley Oteli

Stanley Oteli

Jack Nicholson'ın harika performansını sergilediği, Stanley Kubrick tarafından beyaz perdeye uyarlanan Cinnet filmi hepimiz tarafından bilinir. Tabii ki, Overlook Oteli de bu filmle birlikte tanınmış oldu.

Kitaplara ve filmlere konu olan hayaletleriyle ünlü Stanley Oteli hakkında ilginç iddiar var.

1917 yılında, Overlook Otel'in baş kâhya yardımcısı Elizabeth Wilson, şiddetli bir fırtınalı gecede elektriğin kesilmesi sonucu oteli fenerlerle aydınlatmak istedi. Feneri 217 numaralı odanın aydınlatması için kullanmak istediğinde, fener büyük bir gürültüyle patladı ve altındaki zemin çöktü. Wilson bu kazadan ayak bileğindeki iki kırık ile ucuz kurtuldu.

Wilson'ın hikayesini daha da ürkütücü hale getiren şey, gazetelerin bu hizmetli için farklı isimler kullanarak haber yapmasıydı, çünkü tüm çalışanların kayıtları kaybolmuştu ve o odada gerçekten kimin olduğu asla bilinmiyordu. 

Jim Carrey "Dumb and Dumber" filminin çekimi için otele geldiğinde 217 numaralı odada kalmak istedi. Ancak Carrey, odaya yerleşmesinden yalnızca 3 saat sonra hiçbir açıklama yapmadan ayrılmak isteyince oda daha da gizemli hale geldi. 

Jim Carrey - "Dumb and Dumber" filmi

Departman müdürü Kevin Lofy, "Ona o odada ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz, o odayla ilgili asla konuşmuyor" dediğinde, olay tam anlamıyla korkunç bir hal almıştı.

Birçok hayalet avcısı, 401 numaralı odanın, aslında otelin en perili odası olduğunu ve misafirlerin eşyalarının yerini değiştiren, hatta çalan bir hırsız hayaletin evi olduğunu söylüyor. Otelin 4. katı, paranormal aktivitelerin kaynağı olduğu düşünülen bir diğer yermiş. Söylenene göre, otelin bu katında sürekli ürkütücü çocuk kahkahaları duyulurmuş.

Sık sık haber yapılan otelin bir başka meşhur hayaleti ise eski tamirci Paul'un ruhuymuş. Otelde düzenlenen hayalet turlarının rehberi, 2005 yılında dışarıdaki karı kürerken kalp krizi geçirip ölen tamircinin ruhunun, gece yapılan hayalet turlarında misafirlerle etkileşime geçtiğini iddia ediyor.

Otel aynı zamanda, misafirleri için ‘The Shining’in yani ‘Cinnet’ filminin bir uyarlamasını da oynatıyor. Hatta perili otel deneyimi yaşamak isteyenler için çeşitli günlük turlar da düzenleniyor ve bu turların her yıl on binlerce üyesi bulunuyor. Ayda beş kez 21:00-14:00 saatleri arasında düzenlenen bu paranormal turlar için biletler haftalar öncesinden tükeniyor.

Stanley turlarında bazı misafirler, romanda bahsedildiği gibi otelin en ürkütücü yerlerinden biri olan bodruma götürüyor. Bazı "hayalet avcıları", otelin uzun yıllar önce ölmüş sahibi Freelan Stanley'in eşi Flora Stanley'in piyano çaldığına inanırlar. Ayrıca, Freelan Stanley'

i de otelin sevilen bilardo salonu ve barında defalarca gördüklerini iddia ederler.

Cinnet filminin yanı sıra Stanley Oteli hakkında çeşitli filmler, diziler, belgeseller ve kitaplar yapılmıştır. Bunlar arasında en ünlüleri:

"Room 237" adlı bir belgesel filmi, "The Shining" filminin farklı yorumlarını ve Stanley Oteli'nin sembolik anlamlarını araştırır.

"The Ghosts of Stanley Hotel" adlı bir belgesel dizi, otelin hayalet hikayelerini ve paranormal aktivitelerini ele alır.

"Dead Still" adlı bir dizi, Stanley Oteli'nin yakınlarında geçen korku-gerilim hikayelerini anlatır.

"The Stanley Hotel: An Estes Park Landmark" adlı bir kitap, otelin tarihini ve çeşitli ilginç olaylarını anlatır.

"Haunted Heartland" adlı bir kitapta da Stanley Oteli'nin hayalet hikayeleri ve diğer benzer korku hikayeleri yer alır.

Evet bugünlük sizlere korku dolu toplam 6 mekân tanıttık. Korkunç ve travmatik ölümlerin yaşandığı mekanlarda nötr enerjiler kalır. Bu tip olayların yaşanmış olması da bu yüzden olağandır. Siz siz olun yine de bu mekanları ziyaret etmeye kalkmayın. Çünkü başta da uyardığımız gibi kötü enerjiye sahip olan bu mekanlar bazı hassas kişiler için ciddi tehlikeler barındırabilirler. Türkiye'den de bazı mekanları tanıtacağımız ikinci bölümde görüşmek üzere. Hoşça kalın...

Bir Cevap Yazın

*E-Posta adresiniz gösterilmez.

Oturum Aç

Şifremi Unuttum

İçeriği Şikayet Et