İlginç Bilgiler

Dünyada Gidilmesi Yasak Olan Yerler - Bölüm I


Temmuz 27, 2023 / 738 Görüntüleme / 0 Yorum

Gizemli ve yasaklı yerlere duyulan ilgi, biz insanlığın merakını her zaman cezbetmiştir. Dünya üzerindeki bazı yerler, korkunç olmalarının yanı sıra sırlarını korumak ve güvenlik sebepleriyle ziyarete kapalıdır. Bu yerlerin bazıları, adeta yasaklı kapıları ardında muhteşem gizemler barındırır. 

Dünya üzerinde insanların gözlemlemek için özlem duyduğu, ancak özel yetkili bazı kişiler hariç ayak basmanın imkânsız olduğu çok sayıda yerler vardır… Bu yazımızda korkunç veya insanlık için tehlikeli olan bu gizemli yerlerin derinliklerine bir yolculuk sunacağız. Yazımızda, sınırlarla çevrili ve gözlerden uzakta saklı kalan bu eşsiz bölgelerin perdesini aralayacak ve merakınızı daha da ateşleyeceğiz. Hazır olun, çünkü sınırların ötesindeki bu yasaklı diyarlara adım atarken, sırların perdesi aralanacak ve bir dünyanın daha derinliklerine ineceksiniz. Yazımızı okurken gözünü uzaydaki gizeme diken biz insanoğlunun aslında daha yaşadığımız gezegenin gizemini çözemediğimiz, ayak basamadığımız yerleri olduğunu anlayacağız...

Dünyada Gitmenin Yasak Olduğu Yerler Listemizde Bu Bölüm Nereler Var? 

  1. Çernobil Nükleer Santrali
  2. Poveglia Adası
  3. Svalbard Küresel Tohum Deposu (Kıyamet Ambarı)
  4. Yılan Adası (Queimada Grande)
  5. Kuzey Sentinel Adası

Gitmenin Neredeyse İmkansız Olduğu Yasaklı Mekanlar

#1 Çernobil Nükleer Santrali 

Çernobil faciası

Ukrayna 1986 yılındaki nükleer kazadan sonra, Çernobil Nükleer Santrali ve çevresi radyasyon seviyeleri nedeniyle tehlikeli bir bölge haline geldi.

Dünya genelinde Sovyetler Birliği rejimi Rusya olarak bilinen bölgede hüküm sürmekteydi. Bu dönemde Ukrayna, Sovyetler Birliği'ne bağlı bir devlet olarak faaliyet gösteriyordu. 

Çernobil Nükleer Santrali, Ukrayna'nın başkenti Kiev'e yaklaşık 130 km uzaklıkta, kuzeyinde bulunan Çernobil kentinde faaliyet gösteriyordu. Ancak 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil nükleer santralinin 4. reaktöründe korkunç bir patlama gerçekleşti. İki büyük patlama arka arkaya meydana geldi. Tanıklar, ilk patlamada kırmızı, ikinci patlamada mavi bir alev yükseldiğini ve ardından santralin üzerini dev bir mantar bulutunun kapladığını anlattı. Bu patlamanın ardından radyoaktif maddelerle yüklü bulutlar geniş bir alana yayıldı. Radyoaktif madde yüklü bulutlar Türkiye dahil olmak üzere ülke sınırlarını aşarak özellikle sınıra yakın olan Karadeniz bölgesi ve halkını etkiledi.

Çernobil faciasının yol açtığı yangın 10 gün boyunca devam etti. Patlamanın etkisiyle yaklaşık olarak 380 milyon kuri (radyoaktivite birimi) radyasyon çevreye yayıldı. Bu radyasyonun etkisi altında kalan 200 bin kilometrekarelik alanın yaklaşık %70'i Belarus, Ukrayna ve Rusya toprakları üzerindeydi. Facianın ardından radyoaktif maddeler Avrupa'da birçok ülkeye yayıldı. Kazanın etkisiyle Ukrayna'da 1,9 milyon, Belarus, Rusya, Ukrayna ve Avrupa ülkelerinde toplamda 8,4 milyon kişi radyasyona maruz kaldı.

Patlamadan sonra santralin çevresindeki tüm çam ağaçları, yüksek radyasyon nedeniyle kızıla döndü ve öldü. Hayvanların büyük bir bölümü yok oldu. 1986'dan bu yana Çernobil Nükleer Santrali'nin bulunduğu yaklaşık 4 bin kilometrekarelik bir alan terk edilmiştir. 

Terkedilmiş hayalet şehir - Pripyat

Bu alan Ukrayna ve Belarus topraklarında bulunan yasak bölgeleri kapsamaktadır. Santralin yakınındaki Pripyat şehri ise "hayalet şehir" haline gelmiştir. Radyoaktif kirlilik bulunan bölgelerde tarım yapılamamakta ve yeni yapılaşmalara izin verilmemektedir. Çernobil Nükleer Santrali'nin faaliyette olan son reaktörü 15 Aralık 2000 tarihinde kapatılmıştır. Patlama sonucunda Çernobil Nükleer Santrali'nin dördüncü reaktöründen yayılan radyasyon miktarının, 1945'te Hiroşima'ya atılan atom bombasının 50 katına eşit olduğu bilinmektedir. Radyoaktif maddelerle yüklü bulutlar Türkiye dahil birçok ülkeyi etkilemiştir.

Çernobil faciası, bağımsız araştırmalara göre yaklaşık olarak 200 bin kişinin doğrudan veya dolaylı olarak hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Ayrıca facia sonucunda yüz binlerce çocuğun sakat doğduğu bilinmektedir. Kanser vakalarında Çernobil faciasının etkisiyle hızlı ve anormal bir artış meydana gelmiştir. Bilim insanları, Çernobil nükleer faciasının etkilerinin nesiller boyunca devam edeceğini belirtmektedir.

Çernobil faciasından 36 yıl sonra hayvanlar, siyah renkte doğarak mutasyona uğramaya başladı. İnsanlar faciadaki radyasyonun etkisinden korunmak için tahliye edildi, ancak hayvanlar bu bölgede kalmaya devam etti. 36 yıl sonra yapılan araştırmalar, bu hayvanların yüksek miktarda radyasyona maruz kalmasının sonucunda mutasyona uğradığını ortaya koydu. Bilim insanları, normalde yeşil renkte olması gereken kurbağaların bu bölgede siyah renkte ürediğini tespit etti. Mutant siyah kurbağalar, tarihin en büyük nükleer felaketlerinden biri olan Çernobil felaketinden 36 yıl sonra Çernobil santralinin yakınında yumurtlamaya başladı. Çernobil'de çalışan bilim insanları, bu kurbağa türlerinin normalde parlak yeşil bir deriye sahip olması gerektiğini ifade etti.

Çernobil faciasında mutasyona uğramış hayvanlar

Şu an sessizliği ve terkedilmiş eşyaların durumu ile çok korkutucu bir bölge olan Çernobil için bazıları mutantlar, zombiler ya da canavarlaşmış canlıların orada yaşadığına inanıyor.

2017 yılında Çernobil bölgesine keşfe giden İzmir’li gezgin Türker Adakale bu iddialara şu şekilde cevap vermişti: "Zaten bu söylentiler, korku filmleri ya da oyunlara konu oluyor. Yerlerde kırılmış oyuncaklar, gazete veya dergi sayfaları, fotoğraflar duruyor. Korkutucu olması için ekstra bir şeye gerek yok, zaten bu haliyle de oldukça ürkütücü. Doğa her yeri ele geçirmiş. Zamanında asfaltlanmış yollar tamamen doğanın hakimiyeti altında. İnsan bu manzarayı görünce, 'İnsanlık dünyadan yok olunca bütün şehirler 30 yıl içinde bu hale gelebilir' diyor. Doğa her türlü galip geliyor."

Çernobil çevresindeki bölge artık geyik, kurt, kunduz, kartal, yaban domuzu, elk, ayı, vaşak gibi birçok vahşi hayvana ev sahipliği yapmaktadır. Bu bölge, dünyanın en benzersiz yaban hayatı koruma alanlarından birine dönüşmüş durumda. Bir zamanlar örnek bir Sovyet şehri olan Prypiat, 50.000 kişiyi ağırlayan ve nükleer santrali barındıran bir yerdi. Patlamadan sonra şehir aniden terk edildi ve o zamandan beri dokunulmadı. Şu anda boş ve sessiz olan bu şehir, doğanın kendi kendini temizlemeye çalıştığı bir yer haline geldi.  Bölgeyi gezenlerin yorumlarına göre isli ve paslı yataklarla dolu eski anaokulunda gezmek, neredeyse müzik kutularının melodilerini duyma hissi uyandırıyor ve aniden patlama anındaki paniği hissetmeye başlıyorsunuz. Boş olan spor salonu, ilginç bir şekilde havuzuyla ziyaretçilerin dikkatini çekiyor. Kırık camlar ve çatlak seramik fayanslar her yerde var. Spor salonunun içinde ve bitişik binaların arasında yankılanan çığlıkları duyabiliyorsunuz. Yosunlar, toprak ve çalılar zararsız görünebilir, ancak bu nesneler büyük miktarda radyasyon emdiği için ziyaretçilere, adım attıkları yerlere dikkat etmeleri gerektiği konusunda uyarılar yapılmaktadır. Ayrıca, ziyaretçilerin ellerini ve ayaklarını radyasyona maruz bırakmamak için özellikle önlem alınmaktadır.

Bölgeye giriş yasak ancak özel turlar aracılığı ile güvenlik önlemleri eşliğinde ziyaretinizi gerçekleştirebiliyorsunuz.

Bu turlarda ziyaretçilere, güvenlik önlemlerine uymaları ve sınırlı bölgeler dışında dolaşmamaları konusunda uyarılar yapılıyor.

Çernobil olayıyla ilgili birçok film, dizi, kitap ve belgesel mevcuttur.

Film:

"Çernobil: Radyasyonun Karanlık Günleri" (2019): Felaketin gerçekleştiği olayları ve sonrasında yaşananları anlatan dramatik bir film.

Dizi:

"Çernobil" (2019): HBO ve Sky tarafından yayınlanan 5 bölümlük bir mini dizi. Felaketin detaylarını ve sonrasında yaşananları kronolojik olarak anlatmaktadır. (Dizi IMDB’ de en çok oy alan diziler listesinde 5. sırada yer alıyor.)

Kitap:

"Çernobil Duası" - Svetlana Aleksiyeviç: Belaruslu yazar Svetlana Aleksiyeviç tarafından yazılan bir kitap. Çernobil felaketinden etkilenen insanların deneyimlerini içeren bir dokümandır.

"Çernobil Notları" - Vasily Nesterenko: Nükleer fizikçi Vasily Nesterenko tarafından yazılan bir kitap. Felaketin bilimsel ve teknik yönlerini açıklamaktadır.

Belgesel:

"Çernobil Felaketi: İçeriden Hikayeler" (2016): Felaketin ardından bölgede çalışan insanların deneyimlerini anlatan bir belgesel.

"Çernobil Felaketi" (2004): Felaketin gerçekleştiği olayları, nedenlerini ve sonuçlarını inceleyen bir belgesel.

Çernobil büyük çapta bir olay olduğu için konuyla ilgili çok sayıda yapım mevcuttur. Sizler için içlerinden en göz önünde olanları derledik.

#2 Poveglia Adası

Poveglia Adası

Kara Veba salgını, Avrupa'yı uzun yüzyıllar boyunca etkisi altına alan bir hastalıktı. O dönemdeki devletler, salgını durdurabilmek için çeşitli yöntemler denedi. Ancak bu yöntemler arasında en ürkütücü olanı, Venedik devletinin bulduğu yöntemdi. Buldukları yöntem ise hastaları bir adada karantinaya almaktı. Ancak tedavisi olmayan bu hastalık, adada ölüm anlamına geliyordu. Poveglia Adası da tam olarak bu şekilde kullanıldı. 

Poveglia, kuzey İtalya'nın Venedik Lagünü'nde bulunan 166 adadan biriydi. Adanın görünümü neşeli bir yer gibi gözükebilir, ancak tarihi oldukça karanlık ve hastalıklıdır. Bu nedenle, bugün dünyanın en hayaletli ve paranormal olayların yaşandığı bir yer olarak kabul edilir.

Avrupa 14. yüzyılda Kara Veba salgınıyla mücadele ediyordu. Salgın yüzyıllar boyunca tekrar tekrar ortaya çıkmıştı. Sonunda ada, veba salgınına yakalanan insanların gönderildiği bir karantina merkezi haline getirildi ve bu adaya gönderilenlerin çoğu burada yaşamını yitirdi. Böylece Poveglia Adası, "Ölüm Adası" veya "Hayaletler Adası" olarak anılmaya başlandı.

Poveglia Adası, Romalılar tarafından milattan sonra 5. yüzyılda yerleşim yeri olarak kullanılıyordu. 14. yüzyılda Venedikliler tarafından bir savunma kalesi inşa edildi ve ada bir karakol olarak kullanıldı. Ancak veba salgını, bu küçük adayı bir ölüm merkezi haline getirdi.

16. yüzyılda ada, Venedik'teki önemli bir ticaret kentinin veba salgınından korunması amacıyla halk sağlığı yetkilileri tarafından bir kontrol noktasına dönüştürüldü.

Veba salgını bir türlü sona ermiyordu ve şehir geçmişte nüfusunun yarısını vebadan kaybetmişti. Poveglia Adası, 1770'li yılların sonlarından itibaren Venedik'e gelen ve Venedik'ten ayrılan tüm mallar ve insanlar için bir kontrol noktası haline geldi. Gemilerde veba vakası görüldüğünde hastalar Poveglia'ya gönderilerek karantina altına alınırdı. Ancak o dönemde vebanın tedavisi bulunmamaktaydı. Hastaların 40 gün boyunca adada kalması gerekiyordu. Ya iyileşeceklerdi ya da öleceklerdi. Ne yazık ki, Poveglia Adası birçok kişi için bir mezar olmuştu. Zamanla ölü sayısı arttı ve ada toplu bir mezarlığa dönüştü. Yetkililer, cesetlerin sayısını yönetemeyince onları yakmak zorunda kaldı. Bugün bile Poveglia Adası'nın topraklarının büyük bir kısmı insan külünden oluşmaktadır.

Poveglia Adası'ndaki toplu mezarlar

Ada, 1793 ile 1814 yılları arasında bir karantina istasyonu olarak kullanıldı. 1922'de mevcut binalar akıl hastaları için bir sığınak olarak kullanılmaya başlandı. Ancak bu dönemde hastane ortamında korkunç deneyler yapıldığı ortaya çıktı. Bu nedenle 1968'de hastane kapatıldı. Daha sonra ada kısa bir süre tarım için kullanıldı, ancak günümüzde terkedilmiş durumdadır.

2014 yılına gelinildiğinde ise İtalyan devleti, Poveglia Adası'nı geliri artırmak amacıyla 99 yıllık bir kira sözleşmesiyle bir otel haline dönüştüreceğini düşündüğü bir alıcıya açık artırmayla sundu. İtalyan iş adamı Luigi Brugnaro, en yüksek teklifi vererek 513 bin Euro ile adayı satın almak istedi, ancak daha sonra teklifinden vazgeçti.

Bugün Poveglia Adası, birçok veba çukuruyla tanınmaktadır. National Geographic tarafından yapılan bir tahmine göre, yüzyıllar boyunca adada 100 binden fazla insan hayatını kaybetmiş ve veba çukurlarına gömülmüştür. Bazı kaynaklara göre ise ölü sayısı 160 bini bulmaktadır. 

Poveglia, karanlık tarihi nedeniyle sık sık paranormal şovlara konu olmaktadır. Adaya ziyaretler yasaktır, ancak çeşitli kitaplarda, makalelerde yazarlar ve fotoğrafçılar ziyaretlerini anlatmaktadır. İnanışa göre, Poveglia dünyanın en perili adasıdır. Yerel halk adaya ayak basmaktan kaçınmakta ve balıkçılar adanın yakınından geçmek yerine uzak bir rotayı tercih etmektedir. Bazı insanlar, adadan veba kurbanlarının seslerinin geldiğini iddia etmektedir.

Poveglia Adası'nın ürkütücü ve ilginç geçmişi nedeniyle konuyla ilgili birçok film, kitap, dizi ve belgeselde yer almıştır.

"Ghost Adventures: Poveglia Island" (TV Dizisi): Ghost Adventures adlı televizyon dizisinin bir bölümü Poveglia Adası'na adanmıştır. Bu bölümde adanın ürkütücü geçmişi ve paranormal aktiviteleri ele alınmıştır.

"Poveglia" (Kitap): J.H. Moncrieff tarafından yazılan "Poveglia" adlı bir gerilim romanı mevcuttur. Kitap, adanın lanetli geçmişi etrafında dönen bir korku hikayesini anlatır.

"Ghost Adventures: The Curse of Poveglia" (Belgesel): Ghost Adventures ekibi, Poveglia Adası'nın paranormal aktivitelerini incelemek için bir belgesel hazırlamıştır. Bu belgeselde adanın geçmişi ve gizemleri derinlemesine incelenir.

"Poveglia: Unraveling the Mystery of Venice's Ghost Island" (Kitap): Paul S. Valenti tarafından yazılan bu kitap, adanın tarihini ve hikayelerini ele alır. Poveglia Adası'nın ürkütücü geçmişi, salgın hastalıklar ve paranormal inanışlar üzerine odaklanır.

#3 Svalbard Küresel Tohum Deposu (Kıyamet Ambarı)

Svalbard Tohum Deposu

Kuzey Kutbu civarındaki bir ada, belki de insanlığın geleceği için son derece değerli bir hazinenin saklandığı bir yer. Diğer yerler gibi gizemli bir tarihi olmasa da geleceğimiz için büyük bir önem taşıyan sakla samanı gelir zamanı mantığıyla hazırlanan bu hazine, kömür, petrol veya değerli mineraller gibi maddi varlıklar değil, hayatın kendisini içinde barındıracak kadar büyük bir proje aslında. Norveç'in Svalbard Takım Adaları'nda bulunan Küresel Tohum Deposu'nda, 2020 itibariyle 1,074,533 farklı türden gıda mahsulü tohumları saklanmaktadır. Bu depo, nadir tohumlar da dahil olmak üzere eşsiz tohumlar için uzun süreli koruma sağlamaktadır. 

Tesis, dünyanın en büyük tarım koleksiyonu olarak tanımlanabilir ve 13,000 yıllık bir tarım tarihini koruduğu söylenmektedir. Küresel Tohum Deposu, Norveç Hükümeti, Crop Trust ve NordGen tarafından yönetilen üçlü bir anlaşma ile işletilmektedir. Tesisin inşası tamamen Norveç Hükümeti tarafından finanse edilmiştir ve 2008 yılında yaklaşık 8.8 milyon dolar maliyet hesaplanmıştır.

Bu tesis, bir tür kıyamete karşı bir önlem olarak görülmektedir. Eğer dünyada tarımı etkileyen büyük bir felaket yaşanırsa, bu depo sayesinde kaybedilen bitkilerin yeniden yetiştirilmesi mümkün olabilir. Ancak bu depodaki tohumların asıl amacı, küresel çapta bir kıyamet senaryosuna değil, daha yerel ölçekte yaşanan genetik yıkımlara karşı bir güvence sağlamaktır. Örneğin, Hindistan, Pakistan, Meksika ve Suriye'den gelen tohum örnekleri de bu depoda korunmakta ve bu ülkelerde yaşanabilecek yerel çapta kıyamet benzeri durumlara karşı bir önlem olarak tutulmaktadır. Günümüzde büyük ölçekli genetik kayıplar yaşanmakta ve genetik materyal büyük ölçüde zarar görmektedir.

Depo binası, kıyamet ve sonrası için bir çaba simgesi olarak kar manzarası eşliğinde bir dikdörtgen şeklinde yükselir. Ayrıca, tesisin bulunduğu bölge de böylesi bir amaca uygun bir yerdir. Tehditlerden uzak, dış müdahale olmadığı sürece kendi başına ayakta kalabilen güvenli bir bölgedir. Tesisin tek komşusu, benzer bir amaca hizmet eden Arktik Dünya Arşivi adlı yer altı yapısıdır. Bu yapı, hükümetler ve özel kurumlar için verilerin depolanabileceği bir arşiv olarak tasarlanmıştır. Giriş, soğutucuların ve elektrik kaynaklarının oluşturduğu uğultu sesiyle dolu bir tünel benzeri bir odaya açılır. Soğutucular, depo içindeki sıcaklığı sabit tutmak için sürekli çalışır.

Svalbard Tohum Deposu'na başka ülkelerden taşınan tohumlar

Beton bir tünel, karşıdan gelen şerit ışıklarla aydınlatılmış bir şekilde dağın içine doğru uzanır. Koridorun sonunda, tohumları korumak için tasarlanmış bir başka güvenlik katmanı olan bir halka bulunur. Halka, üç depoya doğru uzanırken, bu depolardan sadece biri kullanımda olup kalın buz tabakasıyla kaplıdır. Tohumlar, vakumlu gümüş paketlerde veya büyük kutulardaki tüplere yerleştirilmiş halde, zeminden tavana uzanan raflarda korunmaktadır. İçeride neredeyse oksijen yoktur ve çevreleyen hava sıcaklığı, elektrik kesintisi olsa bile tohumların bir süre daha bozulmadan saklanabilmesini sağlar.

Dünyanın en büyük tarım ülkelerinden ikisi olan Rusya ve Ukrayna'nın 2022 itibariyle savaş halinde olması, önümüzdeki yıllarda ciddi bir gıda krizini tetikleyebilir. Bu durum Svalbard'daki tesise olan değeri daha da belirgin hale getirdi. Son 50 yılda tarım önemli ölçüde değişti ve teknolojik gelişmeler tarıma katkı sağladı. Ancak bu dönüşümle birlikte mahsul çeşitliliği azalmıştır.

Teknolojik ilerlemeler ve verimlilik artışıyla birlikte, tarımsal üretimde önemli kazanımlar elde edilmiş olsa da, biyolojik çeşitlilik giderek azalmıştır. İnsanlığın gıda ve enerji ihtiyacının %95'i sadece 30 çeşit tarım mahsulüyle karşılanmaktadır. Örneğin, Çin'de 1950'lerde kullanılan pirinç çeşitlerinin sadece %10'u hala kullanılmaktadır. ABD'de ise 1900'lerden bu yana sebze ve meyve çeşitliliğinin %90'ı kaybolmuştur. Bu tek tip tarım stratejisi, gıda tedarikini son derece kırılgan hale getirmektedir. Bir kuraklık, hastalık veya başka bir felaket, gıda tedarikini tehlikeye atacak kadar büyük bir etkiye sahip olabilir.

Svalbard'daki depoda ise eski ve yabani tohum örnekleri de bulunmaktadır. Bu örnekler, kendi koleksiyonlarından başka hiçbir yerde bulunmadıkları için daha da değerlidir. Bu genetik çeşitlilik, araştırmacılar için gelecekte olası bir kriz durumunda daha dayanıklı tohumlar üretmek için bir avantaj sağlayabilir. Örneğin, binlerce pirinç türü arasında seçim yaparak böceklere, hastalıklara ve yüksek sıcaklıklara dayanıklı yeni pirinç çeşitleri geliştirilebilir. İklim değişikliği gibi gelecekteki endişeler göz önüne alındığında, depodaki bu avantaj son derece önemlidir. Tohumların korunması fikri yeni bir kavram değildir. Svalbard Deposu, dünya çapında 1700'den fazla "kopyası" olan gen bankaları ağıyla birlikte çalışmaktadır. Bu gen bankaları, tarım araştırmaları ve yeni türlerin geliştirilmesi için sürekli olarak tohum toplamakta ve korumaktadır. Svalbard'daki tesis, bu küresel ağın ortak bir yedekleme merkezi olarak hizmet vermektedir. Bu fikir, Cary Fowler tarafından 1980'lerde ortaya atılmış olmasına rağmen, BM'nin 2001'de imzaladığı Uluslararası Tohum Anlaşması ile gerçeklik kazanmıştır.

Depoda etkileyici anlar da yaşanmıştır. Örneğin, Suriye'den gelen tohum örneklerini korumak için tesisin dışında kalan ICARDA adlı uluslararası tarım araştırma merkezi, 2012 yılında savaş nedeniyle ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Ancak merkezin Suriye kökenli çalışanları, tohum örneklerini ve ekipmanlarını kurtarmak için geride kalmışlardır. Ne yazık ki, savaş giderek şiddetlendiği için Halep yakınlarındaki gen bankası yıkılmış ve terk edilmiştir. Bu gen bankası, dünyadaki en önemli bankalardan biriydi ve en eski buğday ve arpa örneklerini barındırmaktaydı.

Savaş ve politik gerilimler, Svalbard'daki depoyu etkileyebilir. Örneğin, Kuzey Kore ve ABD'den gelen tohum örnekleri yan yana saklanmaktadır. Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş da aynı şekilde depoya yansımıştı. Burada, tohumların hangi kökenden geldiğinin bir önemi yoktur. Depo, tüm insanlığın geleceği için son derece önemli bir görev üstlenmektedir.

Tohumlar, yaşamın temelini oluşturan ve insanlığın geleceği için kritik bir rol oynayan unsurlardır. Svalbard'daki depo, bu değerli mirası korumak ve gelecek nesillere taşımak için önemli bir role sahiptir.

Deposu, ziyaretçilere kapalı bir alandır ve sadece yetkili personel tarafından erişilebilir. Deponun amacı, dünyanın dört bir yanından tohum örneklerini saklamak ve korumak olduğundan, genel halka açık bir turistik mekân değildir.

#4 Yılan Adası (Queimada Grande)

Yılan Adası

Atlantik Okyanusu'ndaki Brezilya açıklarında yer alan Ilha da Queimada Grande adıyla bilinen adaya girişler, Brezilya yasaları gereği yasaklanmış durumda. Çünkü bu adada, çeşitli türlerde yılanlar bulunmakta ve tahmini olarak 430 bin kadar yılan olduğu düşünülmektedir. 

Özellikle Altın Mızrak Başlı yılan olarak bilinen dünyanın en tehlikeli yılan türlerinden birinin, (2 bin ila 4 bin adet arasında) bulunduğu söylenmektedir.

Altın Mızrak Başlı yılanın zehri, bir ısırıkla bir insanı yaklaşık 50 dakika içinde öldürebilecek kadar etkilidir. Bu yılan türünün sayısının giderek arttığı ifade edilmektedir. Adada son yerleşimin 1920'li yıllarda olduğu kaydedilmiş, ancak daha sonra insanların yaşamadığı bilinmektedir. Adadaki deniz feneri, adaya yaklaşan insanları kontrol etmek amacıyla yer almaktadır. Yılan Adası, başlangıçta Brezilya anakarasının bir parçasıydı, ancak 10.000 yıl önce deniz seviyelerinin yükselmesiyle birlikte adaya dönüşmüş. Bu yüzden yılanlar, av olarak sadece kuşları buldukları için güçlü zehirlere sahip olmuştur. Ilha da Queimada Grande'de yaşayan yerel kuşlar, birçok yırtıcı tarafından yakalanmaktan kaçmak için oldukça kurnazdır ve yılanlar, adayı ziyaret eden kuşları avlamak için dinlenme noktası olarak kullanır.

Altın Mızrak Başlı yılanlar ve anakaradaki kuzenleri olan Mızrak Başlı yılanlar, Brezilya'daki tüm yılan ısırığı vakalarının yüzde 90'ından sorumludur. Altın Mızrak Başlı yılanların zehri, Mızrak Başlı yılanlara göre beş kat daha güçlüdür ve bir ısırık ölüme yol açabilir.

Bununla birlikte, bu yılanların ölümcül zehirinin, kalp rahatsızlıklarıyla mücadeleye yardımcı olabileceği keşfedilmiştir ve bu da zehire olan talebi artırmıştır. Karaborsada zehir arayışında olan insanlar, bu talebi karşılamak için adaya gitmeyi göze alarak bazı yılanları avlamışlardır.

Altın Mızrak Başlı yılanlar

Ancak, Ilha da Queimada Grande'ye gitmek büyük bir risktir. Adada bulunan yılanlar son derece zehirli ve tehlikelidir. Bu nedenle, resmi olarak adaya girişler yasaklanmış ve sadece bilimsel araştırmalar veya özel izinlerle sınırlı sayıda kişiye izin verilmektedir.

Yılanların zehiri, ölümcül olmasının yanı sıra, tıp alanında da ilgi çekmektedir. Bilim insanları, bu yılanların zehirinden elde edilen bileşenlerin potansiyel ilaçlar ve tedaviler için kullanılabileceğini araştırmaktadır.

Ilha da Queimada Grande, doğal bir koruma alanı olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, adanın ekosistemi ve yılanların yaşam alanı koruma altındadır. Böylece, adanın doğal dengesi ve yılanların hayatta kalması sağlanmaktadır.

Sonuç olarak, Ilha da Queimada Grande adası, dünyanın en tehlikeli yılanlarından biri olan Altın Mızrak Başlı yılanlarının yaşadığı bir adadır. Dolayısıyla dünyanın en ölümcül adası olarak nam salmıştır. Bu nedenle, adaya ziyaretler yasaklanmış ve koruma altına alınmıştır. Yılanların zehri, ölümcül bir etkiye sahip olabilirken, bilim insanları da potansiyel tedavi yöntemleri araştırmaktadır. Ancak, bu çalışmalar adaya gitmek yerine kontrollü laboratuvar ortamlarında yürütülmektedir.

Yılan adasının korkutucu doğası ve tehlikeli yılanlarıyla birlikte ilginç bir konu olması sebebiyle birçok medya eserine ilham kaynağı olmuştur. Ancak, adanın yüksek riskli ve yasaklanmış bir yer olması nedeniyle, spesifik olarak Yılan Adası üzerine yapılmış kitap, film, dizi veya belgesel sayısı sınırlıdır.

Kısacası Yılan Adası, oldukça kısıtlı erişime sahip bir yer olduğu için, büyük çaplı film veya kitap projeleri diğer yerlere göre daha nadirdir.

"Snake Island: The Discovery of Treasure" (TV Dizisi): Bu televizyon dizisi, Snake Adası'nda gizemli bir hazineyi bulma macerasını konu alır. Ancak, gerçek olaylara dayanan bir hikaye değildir ve daha çok kurgusal bir yaklaşım sergiler.

"Deadly Islands: Snake Island" (Belgesel): "Deadly Islands" adlı belgesel serisinin bir bölümü Snake Adası'na adanmıştır. Bu belgeselde adanın tehlikeli yılanları ve doğal yaşamı incelenir.

#5 Kuzey Sentinel Adası

Kuzey Sentinel Adası

Günümüzde teknolojinin gelişimiyle birlikte, daha önce hiç iletişim kurulmamış izole toplumların varlığının artık olmadığını düşünebilirsiniz. Ancak, bu bir yanılgıdır. Çünkü dünya genelinde iletişim kurulmamış ve teknolojiden habersiz bir şekilde yaşayan 100'den fazla topluluk bulunmaktadır.

Bunların arasında en ünlü ve tartışmasız en tehlikeli olanı, Kuzey Sentinel adasında yaşayan Sentinel kabilesidir. Bengal Körfezi'nde bulunan Hindistan'a ait Kuzey Sentinel adasında, dış dünyadan izole bir şekilde yaşayan bu kabilenin, Afrika'dan ilk kez dünyaya göç eden ilk insanların soyundan geldiği düşünülmektedir. Adanın üzerinde binlerce yıldır değişmeyen bir kültürle yaşayan bu kabileden, gözlem uçaklarıyla edindiğimiz bilgilere göre, taş devri araçlarını kullandıklarını biliyoruz. 

Sadece kendilerinin anlayabileceği bir dil konuşan ve bilinmeyen bir kültürel yapıya sahipler. Tarım ve hayvancılığı bilmemeleri nedeniyle geçimlerini avcılık ve toplayıcılıkla sağlıyorlar. Ateş yakmayı henüz keşfedemedikleri için yiyecekleri çiğ olarak tüketiyorlar.

Dış dünyadan izole olmaları nedeniyle kültürleri, inançları ve yaşam tarzları hakkında tam bilgi sahibi değiliz. Tek bildiğimiz şey, adaları dışında yaşayan insanlara karşı vahşi bir tavırları olduğudur. Ada yakınına yaklaşıldığında, çıplak bir şekilde sinirli bir şekilde savaş dansı yaparak kendileriyle iletişime geçmeye çalışan meraklı insanları ok ve mızraklarla kovalayıp yakalayarak acımasızca öldürmüşlerdir.

Hem kabilenin saldırgan tavrı hem de bağışıklık sistemlerinin güçsüz olması sebebiyle adaya giriş devlet tarafından yasaklanmıştır.

Bir gün, yasak olmasına rağmen ada yakınlarında balık tutmaya çıkan iki kişi, alkol aldıkları için sarhoş olup geri dönemeyeceklerini fark edince teknede uyuyakalmışlardır. Ne yazık ki, gece dalgalar teknelerini Kuzey Sentinel adasına sürüklemiştir. Kabile, bunu fark ederek ormandan koşarak gelmiş ve iki balıkçıyı acımasızca katletmiştir. Balıkçıların cesetlerini almak için Hindistan hükümeti tarafından gönderilen helikopter, ok yağmuruna tutulmuş ve cesetleri alamadan geri dönmek zorunda kalmıştır.

2018 yılında John Allen Chau adındaki misyoner bir genç dini inancını kabileye yaymak amacıyla yasa dışı yollardan adaya giriş yapmış ve kendisini adaya para karşılığı getiren balıkçının görgü tanıklığına göre kabile tarafından vahşice öldürülmüştür. 

John Allen Chau

Sentinel Kabilesinin tarihi, hakkındaki bazı teorileri ve John Allen Chau’nun yıllarca süren akıl almaz planı hakkında daha detaylı bilgi için konu hakkındaki yazımızı bu linkten okuyabilirsiniz.  Tıkla

Bu yazımızda sizlere girişlerin yasak olduğu bazı mekanlardan bahsettik. Bu mekanlara özel izinler doğrultusunda veya canınızı hiçe sayarak, cezaları göze alarak yasa dışı yollarla da olsa gidebilme ihtimaliniz var. 

Ama isteseniz de asla gidemeyeceğiniz özel güvenlik önlemleri ile korunan insanlıktan saklı, gizemli ve teorilerle dolu yerlerde mevcut. Bir sonraki yazımızda bu yerlerden bahsedeceğiz. Kendinize iyi bakın. Sevgiyle kalın. Hoşça kalın...

Bir Cevap Yazın

*E-Posta adresiniz gösterilmez.

Oturum Aç

Şifremi Unuttum

İçeriği Şikayet Et